Zaman yaşamımızda en çabuk tükettiğimiz ve genellikle kıymetini bilmediğimiz bir olgu. Onu kaybettiğimizde değerini anladığımız hüzün yumağı.
“Sadece geçerken hızlıymış zaman…”
Erdal Güney, o güzel şarkısının bir dizesinde bize böyle sesleniyor. Zaman bazen su gibi akıp gider, nasıl geçtiğini fark etmeyiz bile. Bazen se dakikalar geçmek bilmez. Evet, görecelidir zaman; sanırım bu konuda aklımıza gelen ilk ve tek isim “Einstein” olacaktır. On yedinci yüzyılda Newton kütle çekim yasasını ortaya atarak,kütle çekiminin cisimlerin kütleleriyle doğru orantılı olarak arttığını söylemişti. Einstein ise yirminci yüzyılın başında, sanılanın aksine kütle çekimi diye bir kuvvet olmadığını, gerçekte bu olaya uzay-zaman bükülmesinin neden olduğunu söyledi. Uzayı tanımlayan üç boyuta (uzunluk, derinlik, genişlik) dördüncü boyut olarak zamanı da ekledi ve uzayı, gökyüzü cisimlerinin varlığıyla çevresini saran bir kumaşa benzetti. Buna “uzay-zaman” adını verdi. Bu dev gökyüzü cisimleri ağırlığı oranında uzayda bükülme yaratıyordu. Diğer gökyüzü cisimleri ise kütlesi büyük olanın yapacağı bükülme de fazla olacağından kütle çekim etkisi büyük olanın etrafında dönüyorlardı. Einstein bu teoriye “Genel Görelilik Kuramı” adını verdi. Gökyüzü cisimleri sadece mekânsal (uzay) bükülme yaratmıyor, zamansal bükülme de yaratıyorlardı. Buna göre kütlesi daha fazla olan uzay-zamanı daha fazla büküyordu. Yani kütlesi büyük olanın, kütlesi daha az olana oranla zamanı daha yavaş akıyordu. O zamana kadar mutlak olan bir zaman kavramı vardı. Oysa Einstein zamanın mutlak olmadığını, onun bir boyut olduğunu ve göreli olduğunu ortaya koydu.
Tüm bu araştırma ve teorilerin bize aktarmak istediğini Bursa Cezaevi’nden bir şiir ile anlatıyordu Nâzım Usta:
Ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız :
"Lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
" Bana sorarsanız "On senesi ömrümün."
Bir kurşun kalemim vardı
ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
"Bütün bir hayat."
Bana sorarsanız:
"Adam sen de, bir iki hafta." Dördüncü boyut olarak bizi belirleyen zaman kavramı üzerine düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor. Bir akışın içinde olmak.Şimdiki zaman her an geçmişin bir parçasına dönüşüveriyor ve hafızamızda yerini alıyor. İnsan sadece anı yaşıyor ve diğer zamanları ise tahayyül ediyor. Geçmiş; anılarda, bir yazıda ya da bir filmde kalırken, gelecek; önümüzde bir beklentiler ve olanaklar manzumesi olarak duruyor. Bu olanaklar sadece tekil bir kişinin çabasına bağlı değil, diğer irade sahibi aktörlere de bağlı olarak değişiyor. Her şey birbiriyle ilintili, tıpkı uzaydaki gök cisimlerinin hareketleri/döngüleri gibi… Bir gök cismi kendi etrafında dönerken başka bir gök cisminin de etrafında dönüyor.
O da başka bir gök cisminin… Bu durum tüm galaksiye yayılıyor ve çoklu bir durumu oluşturuyor.Bizler dar bir alanın içinde aynı zamanda sürükleniyoruz. Zaman bu çoklu olan olayın bir anı içine sıkışıyor ve biz her şeyin bizim etrafımıza döndüğünü zannediyoruz. Oysa biz bu çoklu sistemin içinde bir kum tanesiyiz. İşte. Koca galaksinin içinde bulunan ve bizim üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeni Güneş’in etrafındaki tam turunu tamamladı. Yeni bir yılı karşıladık. Yeni yılda yeni umutlarla.
Comments