top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Güdücüoğlu

TOPLUMSAL HAFIZAMIZ

 Yaşamımızda dilimizin, örf ve adetlerimizin, sevgi, saygı anlayışımızın oldukça yara aldığını gözlemliyoruz. Dilimize dönüp bakarsak, o güzelim dilimizi, hem de açıklanamaz biçimde bizzat kendi ellerimizle, saçma sapan yabancı kelimelere, kısaltmalara boğmuş durumdayız. Her yere yabancı isimler veriliyor. Her yer center, her yer plaza, yemek yenecek yerden içtiğimiz kahveye kadar her mekânın adı yabancı. Güya öyle olunca daha havalı oluyor. Yarı Türkçe, yarı İngilizce bir garip iş dili türemiş durumda. Whatsapp yazışmalarında gençlerin kullandığı kısaltmalara girmek bile istemiyorum. Bir de Arapça tabelalar var. Soruyorum size, hangi ülkede, oraya en çok gelen turist için kendi dilinin dışında bir tabela asıldığını gördünüz? Bağsız, kopuk, sıradan bir topluluğu toplum yapan, tarihlerinde yaşadıkları olaylardır; gelenekleri, görenekleri, örf, adetleri, değer yargılarıdır. Bu bir nevi tuğlaları bir arada tutan çimento gibidir. Toplum hafızası denen şey, o çimentonun ta kendisidir aslınsa. O tuğlalar üst üste bir şekilde çimento olmadan durabilirler; ta ki bir sert rüzgâr esene kadar. Eğer çimentosu sağlamsa, bir arada sımsıkı durur o tuğlalar.

Ve İbni Haldun’un o meşhur sözü çok gerçekçidir aslında, “Coğrafya kaderdir”. Yine o yüzden, zihinlerimize son yıllarda zorla enjekte edilmeye çalışılan o toplumsal değerleri küçümseme, yok sayma furyasına kapılırsak tarih sahnesinden silinir gideriz. Bir ülkenin tarihini, huyunu suyunu öğrenecekseniz mesela halk oyunlarına bakarsınız. Hele de Ülkemin nasıl renkli, nasıl anlamlı, ne coşkulu oyunları vardır. Eski dönemlerde ilk, orta, lise her okulda mutlaka bir folklor ekibi olurdu. Sadece oyunları öğretmezlerdi. Her bir ayak figürü, her bir el tutuşunun simgesi nedir, hangi olaydan kaynaklanmıştır, onları da anlatırlardı. Elazığ yöresinde üçayak denen figürün adının Aksak Timur olduğunu zamanında halka çok eziyet eden Timur’a karşı, halkın onun aksayan ayağını oyunlara taşıyarak başkaldırdığını veya Karadeniz yöresinde eller havada o tutuşun aslında mısır koçanlarını temsil ettiğini biliyor muydunuz?Sadece bu oyunları bilerek bile her yörenin iklimini, tarihini, karakterini, hem de hiç çaktırmadan, hem de nasıl sevgiyle öğrenmiyor muyduk?Omuz omuza, kol kola sımsıkı birbirine dayanarak, davulun her güm güm vuruşunda ayağını vurmak, onca insan, bütün ekip, tek parçaymış gibi hareket etmek nasıl bir coşkudur, nasıl bir tamamlanma duygusudur. Türküler sonra. Aşkından kalbi küle dönmeden, ya da acısından ciğeri sökülmeden yazılır mı onca türkü? Hepsi yaşanmışlıkları anlatır. Tarihimizi anlatır. “Hey Onbeşli” , “Yemen Türküsü”, “Mihriban”, ve daha niceleri. Bizim çocuklar hangisini biliyor? Hâlbuki bir Çanakkale gezisinde onları oracığa oturtup Hey Onbeşli’yi söyletseniz hiç biri unutmaz bu acı detayları. Bayram adetlerimiz nasıl unutulabilir. Hani küslerin barıştığı, aile büyüklerine zaman ayırıldığı. Bayramda erken kalkılması gerektiği, öpülen eller, mendiller konulan harçlıklar, yapılan o geleneksel nefis yemekler, o kalabalık sofralar, kısacası aidiyet duygusu. Ya, ne kıymetli şeydir o aidiyet duygusu. Çünkü insan aidiyet bağını kopardığı an memleketi için, ailesi için, kısacası bir parçası olduğu varlık için; ne bir fedakârlıkta bulunabilir, ne de emek verir. İşte dağılma da tam o noktada başlar.

 Bir vefatın ardından 40 gün evin kapısının açık kalması. Hangi ülkede böylesi anlamlı ve içten bir paylaşım vardır? Babamı kaybedince anlamıştım kıymetini. Acılı gününüzde size daima destek veren, acınızı paylaşan dostlarınızın, akrabalarınızın sevgisini ve gerekliliğini daha iyi anlarsınız. Başımıza gelenlerden ders çıkarmaktır toplumsal hafıza. Şikâyet etmek değil. O sıkıntıyı bir daha yaşamamak için ne önlem alınmalı, ona kafa yormaktır. İbni Haldun doğru söylüyor evet, nasıl insanların alın yazıları varsa, ülkelerin de vardır. Âmâ ülkelerin tarihini yazanlar aslında insanlardır. Eğer çocuklarımız o sayfalarda aydınlık satırlar okusun istiyorsak, şimdiden bizi biz yapan değerleri yeniden canlandırma zamanıdır. Özlediğimiz değerler yok edildi diye sızlanmak yerine onlara yeniden layık oldukları değeri vermeliyiz. Bu dilimizden başlar, birbirimize hitap edişimize kadar uzar gider. İnsan ne ise toplum da o’dur.

Hani Halil Cibran’ın dediği gibi , “Sırtını güneşe çevirirsen gölgeni görebilirsin ancak ”Sizce güneşe yüzümüzü dönme vaktimiz gelmedi mi?

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page