Sebastião Salgado
- Ahmet Güdücüoğlu
- 27 May
- 2 dakikada okunur
Doğa ve insanlığa dair etkileyici görüntüleriyle tanınan Brezilyalı belgesel fotoğrafçısı Sebastiao Salgado, 23 Mayıs 2025hayatını kaybetti. Fotoğrafın vicdanı sustu. Savaşların, göçlerin, yoksulluğun ve insan onurunun görsel tarihini yazan büyük usta Sebastião. Ardında sadece fotoğraflar değil, insanlığa dair derin bir miras bıraktı. Görüntüleri sonsuza dek anlatmaya devam edecek. Onun objektifi sadece ışığı değil, insanın direncini, acısını ve umudunu da kayda aldı. Afrika'dan Latin Amerika'ya, yerkürenin en zor coğrafyalarında çektiği siyah beyaz fotoğraflar, birer sanat eseri olduğu kadar birer tanıklıktı da. O sadece bir fotoğrafçı değildi. Kelimeleri olmayan bir hikaye anlatıcısıydı. Dünyaya açlığı, göçü, savaşı, işi, umudu anlattı.55 yıla yayılan kariyerinde 130’dan fazla ülkede çektiği çarpıcı siyah-beyaz karelerle, yoksulluğu, çatışmayı, göçü ve doğanın kırılgan güzelliğini aynı estetikle belgelemişti.1944’te Brezilya’nın Minas Gerais eyaletindeki Aimorés kentinde doğan Salgado, ülkesindeki askeri diktatörlükten kaçarak 1969’da Fransa’ya yerleşti. İktisat eğitimi alan Salgado, fotoğrafçılığa tam anlamıyla 1973 yılında yöneldi. Zamanla siyah-beyazın derin tonlarıyla örülü, duygu yüklü ve etkileyici kareleriyle Dünya çapında tanındı. Özellikle yoksulluk içindeki topluluklara gösterdiği ilgi, onun belgesel fotoğrafçılığına sosyal bir vicdan yükledi. Salgado’nun öne çıkan çalışmaları arasında; Dünyanın farklı yerlerinde bedensel emekle çalışan işçileri belgelediği Workers, yerinden edilmiş insanlar ve mülteciler üzerine yoğunlaştığı Exodus ve Brezilya’daki Amazon bölgesinin doğal güzelliklerini ve yerli halklarını belgeleyen Amazonia serisi yer alıyor. O sadece bir fotoğrafçı değildi. Kelimeleri olmayan bir hikaye anlatıcısıydı. Dünyaya açlığı, göçü, savaşı, işi, umudu anlattı. Kariyeri boyunca işçilerin ağır yaşam koşullarından göçlere zorlu hikayelerin peşinden giden Salgado, 90’lı yıllarda Ruanda’da soykırıma şahit olduktan sonra ağır bir bunalıma girdi ve devam edemeyeceğini hissetti. Karşılaştığı katliamlardan sonra doktorlar ona fiziksel açıdan iyi olduğunu ancak gördüğü ölümler nedeniyle onun da ruhunun ölmekte olduğunu söyledi. Salgado çözümü insanın kötü yanlarıyla mücadele etmek isteyen herkes gibi doğaya dönerek buldu. Fotoğraflarıyla yalnızca belgelemeyi değil, aynı zamanda dönüştürmeyi de amaçlayan Salgado, eşi Lélia Deluiz Wanick Salgado ile birlikte 1998 yılında kurduğu çevre vakfı Instituto Terra aracılığıyla doğaya da müdahil oldu. Kurumuş, çorak bir arazi olan aile çiftliğini yıllar içinde 3 milyondan fazla ağaç dikerek yeniden yağmur ormanına dönüştürdü. Bu alan, bugün Brezilya’nın Atlantik Ormanları içinde bir doğa koruma alanı olarak varlığını sürdürüyor. Salgado’nun fotoğraflarına baktığım vakit gördüklerimin arasında içinde bulunduğumuz yüzyılın zulüm, adaletsizlik ve yoksunluk tarihi var ama görmediklerimiz de var. Onun da hatırlattığı gibi fotoğraf, bir saniyede bugün gezegenimizde ne olup biteceğini anlatabileceğini sanma duygusu. Salgado ne çekerse çeksin ideolojik, fiziksel, duygusal ve düşünsel anlamda mutlaka orada, hadisenin, mekanın, mücadelenin, isyanın, insan yüreğinin tam ortasında duruyor. Onu çağının hızlı ve estetik fotoğrafçılarından ayıran özelliği de bu sanırım. Irak’ta patlayan petrol rafinelerindeki işçilerle, Meksika’daki müzisyenlerle, kuraklık yüzünden evlerini terk edenlerle, Bangladeş’deki gemicilerle, Sovyetler’deki çelik işçileriyle, Sicilya’daki balıkçılarla, Ruanda’daki çiftçilerle, Yugoslavya’daki mültecilerle, koleradan ölenlerle beraber yaşıyor, hayatlarına, acılarına, umutlarına ortak oluyor. Onları görüntülemek için bir süreliğine orada misafir olmuyor. Bazen sadece ağaca bakar ve onun güzelliği hakkında düşünürüz. Aslında her şeyimiz ona bağlı, suyumuz, oksijenimiz, o herkese, hepimize, karıncalara, kuşlara, ağustosböceklerine yuva demek. Ağaç dikmenin işe yaradığını görmek müthiş bir duygu diyordu.
Fotoğrafçılığın yalnızca bir gözle değil, ruhla yapılması gerektiğini savunan Salgado, bir röportajda şunları söylemişti: “Hayatımda kaç kez kameramı kenara bırakıp oturup ağladım bilmiyorum. Bazen sahneler çok sarsıcıydı ve ben yalnızdım. Ama bir fotoğrafçının gücü, orada olabilmesidir. Fotoğrafçılar orada değilse, hiçbir görüntü olmaz. Biz orada olmalıyız.”
Comments