top of page

ORHAN VELİ

Orhan Veli Kanık İstanbul Beykoz’da dünyaya geldi. Babası Mehmet Veli Bey, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası’nda şefti. Orhan Veli 1925’e kadar Galatasaray Lisesi’nde, ardından Ankara Lisesi’nde (Taş Mektep) öğrenimine devam etti. Edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar ve Rıfkı Melûl Meriç’in teşvikleriyle yazı ve şiirler yazmaya başladı. Oktay Rifat’la ilkokulda, Melih Cevdet’le lisede tanıştı. 1932’de İstanbul Üniversitesinde Felsefe bölümüne başladı. Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı yaptı. Bu sırada Galatasaray Lisesi’nde muallim muaviniydi. Mezun olmadan Ankara PTT Umum Müdürlüğü Telgraf İşlerinde memurluğa başladı. Tercüme Bürosuna girdi ve Fransızcadan çeviriler yaptı. 1949’da Yaprak dergisini yayımlamaya başladı. 28 sayı sürdürebildi.

Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosuna çevirmen olarak girdi. İki yıl sonra ayrılarak, 28 sayı yayımlanan Yaprak dergisini çıkardı. Orhan Veli, kısa bir zamanda büyük bir üne kavuşan sayılı şairlerimizden oldu. Arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rifat’la çıkardığı Garip adlı kitap, yer alan şiirlerin yanı sıra, “edebiyatı edebiyat yapmaktan kurtarmaya gelen” bu öncülerin bir bildirisini de taşıdı. Garip akımı, bu bildiriyle edebiyat dünyasında kendine taraftar buldu. İkinci Yeni akımı çıkana kadar etkin oldu. Bu akımdan etkilenmeyen çok az şair kaldı.Garipçiler diye de adlandırılan Garip şairlerinin amacı, şiiri birtakım kalıplardan kurtarmaktı. Dolaysız, yalın, açık seçik bir halk diliyle şiir yazmaktı. Böylece Orhan Veli’nin yaptığı iş, edebiyat tarihimiz açısından “edebiyat zevkimizde devrim” biçiminde anlatılarla karşılandı. Geleneksel şiirimizin kabuğu çatlatıldı, o güne kadar şiirin özü sayılan söz sanatları bir yana bırakıldı, ölçüsüz uyaksız, halkın anlayacağı yalınlıkta bir dille şiir yazına yolu açıldı.

Orhan Veli’nin şiirlerinin benimsenmesinde eleştirmen Nurullah Ataç‘ın da payı büyük oldu. Ataç, onun şiirleri konusunda şunları söyledi: “Orhan Veli, şiirlerinin hemen hepsinde birer hikaye anlatır, hem de uzun bir hikaye, sanki birer hayat. Ancak bu hikayeleri bütün fazlalıklardan temizler, bize birkaç satırda özü söyleyiverir. O koca hikayeyi şiir üslubuna koyuverir.”

Kanık, şiire getirdiği bu yenilikler yüzünden önceleri büyük ölçüde yadırgandı, çok sert eleştiriler aldı ve küçümsendi. Geleneklerin dışına çıkan eserleri, önce şaşkınlık ve yadırgama, daha sonra eğlenme ve aşağılamayla karşılansa da hep ilgi uyandırdı. Bu ilgi ise kısa zamanda şaire duyulan anlayış, sevgi ve hayranlığın artmasına yol açtı. Sait Faik Abasıyanık da Orhan Veli'nin bu yönüne dikkat çekerek onu "üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkar, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair" olarak tanımladı. Her ne kadar Garip döneminde yazdığı şiirleriyle öne çıksa da Orhan Veli "tek tür" şiirler yazmaktan kaçınmıştı. Durmadan arayan, kendini yenileyen, kısa yaşamı boyunca uzun bir şiir serüveni yaşayan Kanık'ın edebiyat hayatı farklı aşamalardan oluşmaktadır. Oktay Rifat bu durumu "Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi." ve "Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı." sözleriyle açıkladı. Aşağıdaki eserleri belirtilmiştir.

ŞiirGarip (1941, Resimli Ay Matbaası)Vazgeçemediğim (1945, Marmara Yayınevi)Destan Gibi (1946, Ölmez Eserler Yayını)Yenisi (1947, İnkılâp Yayınevi)Karşı (1949, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik)Bütün Şiirleri (1951, Varlık Yayınları)HikâyeHoşgör Köftecisi (2012, Yapı Kredi Yayınları)Hikâye/ŞiirNasreddin Hoca Hikâyeleri (1949, Doğan Kardeş Yayınları) 1948’in sıcak bir Haziran gününde ressam Mübin Orhon da Paris’e gidecek bir gemide yol almaya başlıyor. Muhtemelen Mübin, heyecanlı, gelecekten ümitli, eh biraz da kederli el sallıyor. Rıhtımda onu uğurlamaya gelen arkadaşları Mücap Ofluoğlu ve Orhan Veli var. Her ikisi de Paris’i görmek istiyorlar ama işte…Bu arada Mücap Ofluoğlu, şair arkadaşının oldukça kederlendiğini ve cebinden çıkardığı sigara paketine bir şeyler yazdığını görüyor. Bütün halden anlayan adamlar gibi hiçbir şey sormuyor ve ikili Karaköy’de bir meyhaneye kadar tek laf etmeden yürüyor. Birkaç kadehten sonra Orhan Veli az önce yazdığı satırları okumaya başlıyor:

“Bakakalırım giden geminin ardındanAtamam kendimi denize, dünya güzel;Serde erkeklik var, ağlayamam.” 

Orhan Veli, 1950’de Ankara’da bir kaza geçirdi. Karanlık bir sokakta, belediyece açtırılan, ama çevresine hiçbir işaret ve lamba konulmayan bir çukura düştü. Başı zedelendi. İki gün sonra İstanbul’a geldi. Bundan sonrasını Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli Kanık şöyle yazdı: ” … Vücudundaki sızılardan şikayet ediyordu. 14 kasım salı günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçirdi. Hastaneye kaldırıldı. Beyninde damar çatlaması yüzünden başlayan baygınlığının nedeni ilkin hekimler tarafından anlaşılamadı. Alkol zehirlenmesine karşı tedavi yapıldı. Saat 20’de komaya girdi. Bütün gayretlere rağmen kurtarılamayarak Cerrahpaşa Hastanesinde hayata gözlerini yumdu.”

“Tüfeğini depoya koydular,

Esvabını başkasına verdiler.

Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,

Ne matarasında dudaklarının izi;

Öyle bir rüzgar ki,

Kendi gitti,

İsmi bile kalmadı yadigar.

Yalnız şu beyit kaldı,

Kahve ocağında, el yazısıyla:

"Ölüm Allah'ın emri, Ayrılık olmasaydı."”

 

Yorumlar


bottom of page