NEŞET ERTAŞ
- Ahmet Güdücüoğlu

- 23 Eyl
- 3 dakikada okunur
Eylül ayında savrulan yapraklar gibi bizleri bırakıp giden güzel insanlardan birisi, büyük Ozan Neşet Ertaş’ı 25 Eylül 2012 yılında kaybetmiştik. Türk halk müziğinin gelmiş geçmiş en önemli yıldızlarındandır. Türkü yolculuklarında, insanların çoğu onun istasyonuna mutlaka uğramıştır. En güzel sevda türküleri ona aittir. Acılar, onun sesinden yayılır türkü akşamlarında. Yarım kalmış sevda türkülerini, en güzel onun derlediği söylenir. Acının, çile çekmenin, garipliğin, naifliğin adıdır Neşet Ertaş. Bozlağın son sesiydi.2000’lerin başında, Türkü Baba yıllar sonra İstanbul’a geldi.30 yıla yakındır mesken tuttuğu Almanya’dan çok sevdiği yurduna gelmişti. Onu çok özleyenlerine kavuşmuş ve konserlerine başlamıştı. İzleyenleri duygu denize götürmüş, coşturmuştu, ağlatmıştı. “Evvelim sen oldun, ahirim sensin” derken de, “Mühür Gözlüm” diye seslenirken de, “Kendim ettim kendim buldum” diye hayıflanırken de,“Neredesin sen?” diye sorarken de. O ağıt yakarken, dinleyen bizlerin sıkça kalbi üşümüş, içimize bir damla gözyaşı karışmıştı. Sadece türküleriyle değil, türkü aralarında ve dost meclislerinde anlattıklarıyla da efsanedir Türkü Baba. 1969’da Almanya’da verdiği bir konser sonrası Türkiye’ye dönerken ehliyetsiz otomobil kullandığından Yugoslavya’da 3 ay hapse mahkum olur. “Hapishanelere Güneş Doğmuyor” türküsünü bu sırada besteler. Yaşar KEMAL “İnce
Memed” romanını gönderir ve kapağına “Bozkırın Tezenesi. Geçmiş olsun” diye yazar.1976’da sigara ve alkol kullanımına bağlı olarak bir gün sahnede iken parmaklarından felç geçirince bir süre işsiz kalır. Almanya’ya kardeşinin yanına gidip tedavi olur ve ailesini yanına getirir.1979-2003 yıllarında Almanya’da kalır. Önce Berlin’e, sonra Köln’e yerleşir. Avrupa’da Türklerin yoğun olduğu şehirlerde konserler verir.
2000’de İstanbul’da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda verdiği konserle sahnelere geri döner. 2002’de devlet sanatçısı unvanını geri çevirir ve nedenini şöyle açıklar:
“Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye
kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım.”
Neşet Ertaş türkülerine tutkun biri olarak kısaca Ozanın yaşamından bahsetmek isterim. Sahnede parmakları tutmaz olduğunda “Tatlı Dillim Güler Yüzlüm”ü de,“Telli Turnam”ı da bestelemişti. Koca İstanbul’da tek göz odalı kiralık kondusunda, bir başına ve beş parasız kalıp sahnelere çıkamaz olduğunda ise ardında ,“Kendim Ettim Kendim Buldum”, “Zülüf Dökülmüş Yüze”, “Zahidem”, “Gönül Dağı”, gibi yüzlerce türkü bırakmıştı.70’lerin ortalarıydı. Ne yapabilirdi başka, nasıl davranabilirdi? Gereğini yaptı ve hısım akrabalardan birinin yardımıyla çekip gitti bu diyardan. Avrupa kapılarında önce parmaklarındaki hasarı tamir ettirecek, ardından gurbetçi düğünleri ve sünnet törenlerinde türkü yakıp, karınca kararınca geçimini sağlayacaktı. Birkaç yıl sürdü tedavisi, borca harca girdi bu arada. Beş yaşından otuz beşine kadar, bağlamanın teline vurmasına, yüreğinin derinliklerinden gelen sesine ve onca besteye rağmen kıyıda köşede bir birikmişi de yoktu ki. Her ne kadar “kendim ettim kendim buldum ”diyorsa da o zamanda olmayan telif hakları kanunundan dolayı hak ettiğini de alamıyordu. Onun bestelerini benim bestem diye kaydedip plak yapan müzikal hırsızları, hak ettiklerine ulaşmasını engelliyordu.
Zaten, kısa bir zaman önce türkülerinden birinde bakın nasıl isyan etmişti:
“Ey garip gönlüm, dertli yoldaşım/Neden belli değil, baharın, kışın Var mıdır sormazlar ekmeğin, aşın/Zengin isen ya bey derler ya paşa Sen de bir insansın, insanlar gibi/Haksız kazancınan sürmedin de mi İnsanlığın kuralları böyle mi?”
Onun türküleri ne sevgilere, ne çaresizliklere ilaç oldu. İnsanlar hüzünlerini onun sözlerinde, onun sazında buldular.
Peki, nasıl olmuştu da bir gecede parmakları kilitlenmişti Neşet Ertaş’ın? Babası Muharrem Ertaş’la köy köy, düğün düğün dolaştığı çocuk yaşlarına kadar uzanıyor bunun nedeni. Yirmi yıl kadar sünnet törenlerinde, düğünlerde çalıp söylemişler baba oğul. Düğün yerinde kurulan sofralarda biraz mecburiyetten, biraz da içmezsek ayıp olur duygusuyla katılım göstermişler. Yıllar boyu zorunlu olarak kaldırılan kadehler, çeyrek asır sonra bedel ödetmiş Ertaş’a. Parmaklar hassasiyetini yitirmiş. Neyse ki, Almanya’daki tedavi başarıyla sonuçlanmıştı da, yine konser ve düğünlere çıkabilmişti. Usta ilk gençlik yıllarında ve olgunluk zamanlarında göremediği yoğun saygı ve ilgiyi yaşamının son demlerinde fazlasıyla kavuşmuştu. Konser üstüne konser veriyordu, hınca hınç dolan salonlarda. Belgesel üstüne belgeseli yapılıyordu, “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçildi Unesco tarafından. Tam da çok rahata kavuştuğu sıralarda, 25 Eylül 2012’de, hem de genç sayılacak bir yaşta yaşamını kaybetti. Geride hüzünlü bir yaşam serüveni var evet ama muhteşem eserler, işte o kayıtlarda duruyor. “Mühür Gözlüm”, “Tatlı Dillim”ler ve daha niceleri. Bir konserinde izleyicilerine “Ceketimi çıkarabilir miyim? Saygısızlık olmasın.” Diyerek izin alması aklımızda taptazedir Ertaş’ın. Böyle nahifliği içinde bulunduran Türkü Baba’mızı her zaman duyduğumuz hasretle anıyoruz.


