Günümüzde her alanda markaların hüküm sürdüğü bir zamandayız. Bir eşya alımında özellikle marka en belirleyici özellik oluyor. Öyle ki mağaza vitrin ve raflarında nesnelerden çok marka satılıyor. Kıyafet almak isteyenler için özellikle marka önem taşıyor. Yiyecek, içecek, beyaz eşya, mobilya, cep telefonu, aklınıza ne geliyorsa, hepsi, çok iyi ve özel oldukları için değil, marka oldukları, piyasada isim yaptıkları için alınıyor.
Aynı durum maalesef, arkadaş seçiminden tutun da, edebiyat, kültür ve sanat alanına kadar, çok geniş bir yelpaze için de geçerli. Mesela, bir kalabalıkta, başkalarına tanıştırılan kişi, eğer toplum tarafından marka kabul edilmiş bir mesleğe ya da bir soyada, sülaleye sahipse, mesleğiyle birlikte tanıştırılır. Avukat, doktor, yazar gibi kimlikleri ön plana alınır.
Ben şu yaşıma kadar tanıştırayım efendim, fabrika işçisi Ahmet Bey, ya da müsaadenizle uzun yıllardır triko atölyesinde çalışan Emine Hanım’ı tanıştırmak isterim diyeni duymadım. Oysa alın teri ve emeğe dayalı her meslek aynı oranda değerlidir. Zira her iş, her üretim bir başka işi ve üretimi tamamlar. Bir profesörün, mimar ya da holding sahibinin önünde ceketlerini ilikleyenler, aynı saygıyı, o insanların yaşadıkları evlerin inşaatında çalışan ameleye, gelip geçtikleri sokakları temizleyen belediye işçisine ve arabasını tamir eden ustaya da duymak zorundadır. Çünkü tuvaletimiz tıkandığında her tesisatçı, aç kaldığımızda her fırıncı, kaloriferimiz bozulduğunda da her usta bizim için bir markadır!
Görsellikle birlikte isimlerin pazarlandığı bir piyasada, tezgâha konulan malın da, iletişime geçilen insanın da içine ve özüne bakılmıyor.
Parlak ve rengârenk ambalaj kâğıtlarına sarılıp raflara konulmuş ürün de de durum aynıdır. Abartılarak ve özel kılınarak, sıfatlarıyla beraber toplumun gözüne sokulan insanlar ve onların karşısında taviz verenler arasında hiçbir fark yoktur. Saygı duyulan ve değer verilen şey, etiket değil, insanın özü olmalı ve özü bilmek için de o parlak ve rengârenk ambalajları ve sıfatları açıp içine göz atmalı.
Geçtiğimiz yıllarda bununla ilgili çok çarpıcı sonuçlar veren bir deney yapıldı. Bu deneye göre, sıradan, hiçbir markası olmayan eşortman ve spor ayakkabılar bir alışveriş merkezinde satışa sunuldu. Ayrıca bu kıyafetlerin yanına, aynı kalitede ürünler ama tanınmış bir markanın logosu da eklenerek konuldu. Mağazaya girenlerin hemen hemen hepsi, aslında kalite anlamında birebir aynı olan kıyafetlerden sadece üstünde logo bulunanları aldı ve yapılan deney bize, orada satılan şeyin, üründen çok marka olduğunu gösterdi.
İnsan ilişkilerinde de buna yakın ürkütücü bir tablo bulunmakta.Bu tabloyu en iyi özetleyen anlatım, çok sık kullanılan ama dünyanın her yerinde de geçerli olan "Bir şeyin varsa, bir şeysindir." sözüdür.
Bir toplumda, insan, mal varlığı, parası pulu, cüzdanı, sıfatı, etiketi, soyadı, kariyeri kadar değer görüyorsa, o toplumun yanılgısı çok olur.
Yıllar evvel “Altın olsam, değerimi herkes bilir. Ben basit bir demir olayım, değerimi sadece anlayan bilsin.” diyen Şems-i Tebrizi şimdi bizim düştüğümüz durumu çok güzel ifade etmiş.
Comments