MÜBADELE TARİHİNDEN: GÜLCEMAL VAPURU
Çok sevgili Abim Necati Hocamla, çok eskiye dayanan sohbetlerimizde bana ailesinin mübadele yıllarında Selanik-Karacaova’dan Gülcemal Vapuruyla Yurdumuza nasıl geldiğini anlatırdı. O zamanlardan beri bu vapur özel olarak hep ilgimi çekmiştir. Gülcemal Vapuru uzak kıyılardan Yurdumuza gelen en hüzünlü hikâyelerin kahramanıydı. Hangi hazin göç hikâyesine baksam karşıma o çıkıyordu. Yaşlı güvertesinde bazen bir memleket toprağının terk edildiğini, bazen de yeniden nasıl umutların doğduğunu saklıyordu. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında 1923'te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Sözleşmesi gereği Yunanistan'da yerleşik bütün Müslümanlar Türkiye'ye, Türkiye'de yerleşik bütün Ortodoks Rumlar Yunanistan'a gönderildi. Ancak İstanbul'daki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'daki Müslümanlar hariç tutuldu. Böylece yaklaşık iki milyon insan doğup büyüdüğü topraklardan gönderilerek, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya başladı. Ancak beraberinde bitmeyecek memleket özlemleri ile dolu olarak. Takvim 1923'ü gösterirken de imzalanan Mübadele Sözleşmesi ile Gülcemal Vapuru Selanik'ten aldığı mübadilleri İstanbul ve İzmir Limanlarına taşımış. Gülcemal şu türkünün dizeleriyle mübadillerin gönüllerine demir atmıştır:
''Ey Gülcemal Gülcemal
Dört tane direğin var
Aldın gittin yarimi
Ne hain yüreğin var.''
Vapur Sultan Mehmet Reşat’ın annesinin( Gülcemal Kadın Efendi ) ismiyle yaşamış, tarihin gururlu bir simgesiydi.1874 yılında göçmenleri taşıması için Titanik’in sahibi olan White Star firması tarafından, İskoçya’da inşa edilmişti. Gemiyi 1910 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi satın almış ve Gülcemal adıyla 1950’ye kadar hizmet vermiştir. Onun hüzünlü bir umut gemisi olma hikâyesi, insanımızın kalbinde yer bulmuştur. 1915 yılında Gelibolu’dan İstanbul’a savunma amaçlı yol aldığı esnada, İmralı açıklarında bir İngiliz denizaltısı tarafından torpille vurulmuş. Aldığı yaraları kısa sürede onarılan vapur, bu seferde, savaşın yaralılarını sarmak, Yunanistan ve Kahire’de esir düşen askerleri taşımak için yola koyulmuş. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yıllarda Gülcemal Vapuru Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı ile beraber bu mücadelede önemli görevler üstleniyor. Bir anlamda, Gülcemal, vatanın var olma, yok olma mücadelesinin de bir kahramanı idi. Hatta Lozan’da imzayı atıp yurda dönen İsmet Paşa ve heyetini Türkiye’ye yine Gülcemal Vapuru getirmiştir. Onu birçok kitaba, şiire, hatırata konu edecek en önemli seferi budur. Gemi, Yunanistan’dan Türkiye’ye Selanik ve Girit mübadillerini, İstanbul, İzmir ve Karadeniz limanlarına taşımıştır. Bir daha geri dönemeyecek o insanların topraklarına belki son kez dönüp baktıkları yerdir Gülcemal Vapuru. Tüm odaları ve güverteyi dolduracak kadar çok mübadil, uzun ve bazen meşakkatli geçen bir deniz yolculuğundan sonra yeni hayatlarına başlayacaklardır. Tüm geçmişlerini, sevdiklerini ve topraklarını geride bırakarak bilinmeyen bir geleceğe doğru giderler. Bu hikâyede bilinen ve hiç değişmeyen ise, dinmek bilmeyen bir özlemdir. Üzerinden yıllar geçse de ağızlarda “ Ah bizim oralarda” diye başlayan özlem dolu replikler vardır. Bizim oralarda zeytin ağaçları başka coşardı, bizim oralarda sarkan limonlar bir başkaydı, kiraz çiçeklerinin kokusu her yanı sarardı gibi. Ucu bucağı görünmeyen tütün tarlalarının yanında kır çiçekleri dağları sarardı. Kim bilir kaç genç o çiçeklerden taç yapmıştı saçlarına? Söz vermişlerdi beraber yaşlanmaya. Oysa artık, onlar yarım kalan hikâyelerin kahramanıdır. Hepsi birbirinden farklı, hüzünlü göç hikâyeleriyle dolu mübadele çocuklarıdır. Vapurun güvertesine, gözlerinde yaş ve derin bir hüzün ile yeni vatana doğru binmişlerdir. Tarihe yazılacak bu ne son seferidir Gülcemal’in, ne de son hikâyesidir. Gülcemal Vapuru sonraları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa’yı da birçok kez ağırlamıştır. 1926 yılında Paşa, geminin hatıra defterine mürettebat ve gemi hakkında övgü dolu sözler yazmıştır, bugün bu takdir nişanesi Deniz Müzesi’nde sergilenmektedir. 1937’ye kadar hizmet veren vapur artık yaş almaya başladığından, Haliç tersanesine getirilmiş ve uzun yıllar orada kalmıştır. II. Dünya Savaşı sonunda ise bir İtalyan firmasına satılıp, Türkiye’den son yolcuğuna çıkmıştır. Çatalca’da yer alan Mübadele Müzesinde Gülcemal Vapurunun bir maketi yer almaktadır.
Gülcemal Vapuru’nu, belki de bu topraklarda geçirdiği kırk yıllık hikâyesinde önemli kılan gösterişli bir gemi olması değil, birçok insanın hüzün dolu hatıralarında yer almasıdır. Yarım asra yakın bir süre bir ülkenin tarihine tanıklık yapmıştır. Bu bazen bir kaptan olmuştur, bazen hayatını kaleme alan yaralı bir mübadil, bazen de onun güzelliğinden etkilenen bir şair. Aynı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizelerinde yazdığı gibi:
İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu’da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul’a
Gülcemalle gelir...
Orhan Veli’de Sakal adlı şiirinde kimsenin onun kadar iyi Gülcemal resmi çizmeyi bilmediğini iddia eder:
Hanginiz bilir, benim kadar,Karpuzdan fener yapmasını;Sedefli hançerle, üstüne,Gülcemal resmi çizmesini;
Comments