Almanya ‘da bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş. Mektubun içeriği şu şekildeymiş:
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
Eğitim, sadece birtakım bilgilerin veya pek çok bilginin öğrenilmesi ve birtakım yeteneklerin kazanılması olayı değildir. Eğitim denen olayı daha kapsamlı bir şey olarak anlamak gerekir. İyi insan, güzel insan yaratmak veya yetiştirmek olarak tanımlamak gerekir. Şüphesiz bilgili olmak, yetenekli olmak önemlidir ve gereklidir. Ama bir insan çok bilgili ve yetenekli olduğu halde bu bilgi ve yeteneklerini iyiyi ve güzeli yapmak için mi kullanıyor? Yoksa kötü, çirkin ve haksız bir olay için mi kullanıyor sorusu, bir insanın veya insanların yetişmesinde temel bir sorudur. Kısaca ahlâk diye tanımlanan olgu, insan eğitiminde en azından birtakım bilgi, beceri ve yeteneklerin kazandırılması kadar, hatta ondan bile daha önemli bir şeydir. İşte bunun için bence, iyi bir eğitim denince, akla daha çok iyi bir insan tanımı hep aklıma gelmektedir. Burada ahlâk kavramını yaygın kullanımındaki manada, yani terbiyesizlik, edepsizlik karşıtı olan, edepli ve terbiyeli olmak anlamında kullanmıyorum. Tabii ki edepli ve terbiyeli olmak gerekir. Ama ahlâktan kastım çok kapsamlı bir şeydir. Buna yaşam anlayışı veya yaşama tarzı da diyebiliriz. Demek istediğim şu ki, yaşamın da bir iyi ve güzel anlamı olmalı. Daha doğrusu, eğer değerli olanla adi olanı, doğru olanla yanlış olanı, iyi ile kötüyü, güzelle çirkin ve uygunsuz olanı ayırt etmiyorsa yaşamın anlamı oldukça değersizleşir. Hele olayları fark edebildiği halde iyiye, doğruya, güzele yani değerli ve anlamlı olana yönelemiyorsa, insan nerede yaşarsa yaşasın kalitesiz bir hayata kucak açmıştır. Kişinin kafasında, kalbinde ve davranışlarında bu olumlu değerler var olmaya devam ettikçe yaşamı daha anlamlıdır. İyi ve güzelle tanışmamış veya bunlara yabancılaşmış bir insanın yaşamının anlamı nedir ki? Böyle biri için yaşamak, olsa olsa iyi bir yemek, dinlenmek, eğlenmek gibi birtakım hazlara ulaşmak olabilir. Ama böylesi tatlara sadece insan değil, herhangi bir canlıda ulaşabilir. Kaldı ki, iyi, güzel ve insani değerlerden yeterince payını alamamış bir insan, en basit, en doğal zevklere bile ulaşabilmekte yeterince rahat ve özgür değildir. Onun için yaşam, bencilce çıkarları için sürekli bir mücadeledir. Bencilce çıkarların tatmini ise genellikle diğer insanların çıkarları, hakları, kısaca tüm edinimleriyle çatışmadan olanaksızdır. Yani olumlu ve insani değerlerden nasibini almamış bir insanın yaşamı anlamsız olduğu kadar, bu yaşam, işaret ettiğim didişmelerden dolayı huzursuzluk ve mutsuzluk kaynağı olmaktadır.
Comments