Dünya Hayvanları Koruma Günü
- Ahmet Güdücüoğlu
- 4 Eki
- 3 dakikada okunur
Dünya Hayvan Günü
Hayvanları Korumak; İnsanların hayvanlara iyi davranmalarını ve onların daha iyi koşullarda beslenmelerini, barınmalarını sağlamaktır. 04 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü, hayvanlara karşı yapılan haksızlıklara dikkat çekmek ve bu sorunları engellemek için hayvan hakları konusunda farkındalık oluşturulması amacıyla kutlanmaktadır. 04 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü, sadece gözümüzün gördüğü hayvanların değil, yeryüzünde var olan tüm hayvanların da yaşam hakkına sahip olduklarının hatırlanması açısından çok önemlidir. Özellikle 04 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’nün teması; “Dünya Hayvanları Koruma Günü Herkes içindir.” Mayıs 1931'de İtalya, Floransa'da düzenlenen Uluslararası Hayvanları Koruma Kongresinin bir toplantısında, 04 Ekim'i Dünya Hayvan Günü olarak evrensel hale getirme önerisi oy birliğiyle kabul edildi ve bir karar olarak benimsendi. Bu kuruluş 1931 yılında yaptığı toplantıda 04 Ekim tarihini; “Dünya Hayvanları Koruma Günü” olarak ilan etmiştir. Bu tarihten sonra “Hayvanları Koruma Günü” insanların hayvanlara karşı sevgi ve şefkat duygularını uyandırarak, onların korunmasını sağlamak amacıyla tüm Dünyada kutlanmaya başlanmıştır.
Hayvanların da tıpkı insanlar gibi, doğal ortamlarında yaşama, sevgi, saygı ve anlayış görme hakları olduğu bir gerçektir. Bu Dünya sadece biz insanlara ait değil. Bu konuda en az, beslenmek için öldürdüğü hayvandan bunu yapmak zorunda olduğu için, özür dileyen Kızılderililer kadar duyarlı olabilmeliyiz. Modern insanın evcil hayvanla ilişkisi tepeden tırnağa sorunlu bir durumdadır. Bir kere dört duvar arasında yaşamak üzere tasarlanmış olduğunu varsaydıkları hayvanlar, o apartman dairelerinde oldukça mutsuz bir yaşam sürmekteler. Çünkü doğal ortamlarında değiller. Bu zavallı hayvanları hava almak için dışarı çıkarıldıklarında gözlemleyerek bunu anlayabilirsiniz. Nasıl başıboş bir şekilde sağa sola hamle ettiklerini, nasıl tekrar içeri girmek konusunda isteksiz olduklarını bir gözünüzün önüne getirin. İnsanın hayvanlarla olan ilişkisi hâlâ çözülememiş muammalarla dolu. Hayvan imgesi, kültürel ve antropolojik açılardan insanın korku ve ilham kaynağıdır. İnsan, binlerce yılları bulan Dünya macerasında hayvandan korktuğu kadar ona hayran da olmuş, onu taklit etmiş, ona benzemeye çalışmış; bazı karışık karanlık duygularla hayvanı esir almaya çalışmıştır. İnsanın çılgınlık boyutuna varan, doğaya egemen olma arzusunun öncelikli kurbanı hayvanlardır.
İnsanların, hayvanlara kötü davranma konusunda bir sürü öyküsü ortaya çıkmış, acıklı hikâyelere tanık olmuşuzdur. Sayısız örneklerden sadece bir kaçını sizlere aktarmak isterim. Polonyalı yazar Jerzy Kosinski, “Boyalı Kuş” adlı eserinde, kuşçu Lekh’in, acımasız davranışını anlatır. Kitabın adı olan boyalı kuşun öyküsü ise yürek parçalayıcı: Kimsesiz bir çocuk, kuşçu Lekh'in yanına sığınır. Lekh ormanda en güzel kuşları yakalar, bunları köylülerle takas ederek hayatını kazanır. Ludmilla , Lekh'in sevgilisidir. Ancak hiç kimse kadının yaşadığı yeri bilmez. Ludmilla uzun süre ortadan kaybolduğunda, sinirleri bozulan Lekh en güzel kuşlardan birini seçer, onun her yanını rengarenk boyar. Ormanda, çocuğa kuşu ayaklarından tutarak sallatır, tepelerinde onun bağrışına gelen yeteri kadar kuş toplanmasını bekler. Sonra boyalı kuşu sürünün içine bırakır. O özgür olduğuna emin, katılır sürüye. Onlar ise kendilerinden biri olmadığına inandıklarından, gagalayıp parçalarlar garip misafirimizi. Zavallı kuş yere tüysüz, kan içinde düşer. Bizim yurdumuzda da buna benzeyen bir hikaye vardır. Zilli Kurt adını verdiğimiz öykü bir yaşanmışlığı anlatır. Anadolu’da koyun sürüsüne saldıran kurtlar bir koyunu almakla yetinmez, bütün bir sürüyü yaralayarak kaçarlarmış. Kurdun yaraladığı koyun da iflah olmaz mutlaka ölürmüş. Böyle zamanlarda, kurtların peşine düşen köylüler birini yakalarlarsa eğer, sağlam bir zincirle kurdun boğazına zil takar, serbest bırakırlarmış. Kurt hiç bir canlıya, koyuna, keçiye yaklaşamadığı için açlıktan ölürmüş. İtalya’da tarla kuşlarını hiç durmacasına öttürmek için ateşle kıp kızıl kızartılmış toplu iğne uçlarıyla cız diye bir gözünü, cız diye öteki gözünü yakarlar. İki gözü kör olan tarla kuşunu bir kafese koyarlar. Mavi, açık, duru göklerde özgür uçmaya alışkın kuş, ilk önce gözlerini örttüğünü sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla paralamaya çabalar ve zavallı, kendini bir kat daha yaralar. Karanlığın gözüne yapışan bir paçavra, bir is ya da kurum değil, bir zindan gece olduğunu anlayınca kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar. Çırpınır çırpınır, her kanat vuruşu katı kafese takılır. Hayvan Hakları İzleme Komitesinin (HAKİM) raporuna göre, eskiden Adalar genelinde 272 fayton bulunuyor ve 1540 at bu faytonlarda çalıştırılıyordu. Resmi verilere göre, yılda 400 at fayton kazalarında ve/veya bakımsızlıktan ölüyor.Sakatlanan atlar ormanda kaderine terk ediliyor, denizin dibinde at cesetleri görüntüleniyor. Bir senede ölen at sayısının 700-800 civarında olduğunu tahmin ediliyor. Atların faytonda çalıştırılması Adalara has bir gelenek değil. Antalya, Kuşadası, Eskişehir, İzmir, birçok ilde fayton hala turistik bir ulaşım aracı.
Unutmayalım ki Dünya sadece bize ait değil. Beraber yaşamı paylaştığımız hayvanların da yaşamına saygı gösterelim. Onlar olmazsa yaşamda bizlerde olmayız. Örneğin arıların hayatımıza katkıları muhteşemdir. Albert Einstein’in arılar hakkında bizleri yönlendirmesi oldukça etkileyicidir. ”Arılar yeryüzünden silinip giderse, insanoğlu yalnızca dört yıl yaşayabilir. Arılar olmazsa döllenme olmaz, hiçbir bitki, hiçbir hayvan, hiçbir insan olmaz.”
Yorumlar