Müzikolog, müzik yazarı ve eğitimcisi, edebiyatçı Ahmet Say için doğumunun yıl dönümünde “Ahmet Say’a saygı gecesi” düzenlendi. Ahmet Say, öğretmen bir anne ve babanın, 06 Eylül 1935 yılında İstanbul'da Dünya’ya gelen çocuğu. Çalışan ebeveynleri sebebiyle ilk çocukluk yıllarını anneanne ve dedesinin yanında geçirmiş, onlardan dinlediği efsunlu masallar ile büyümüş. İstanbul Erkek Lisesi'nin ardından başladığı konservatuvar hayatı, hasta olan kardeşinin tedavi giderlerini karşılamak için satılan ev eşyalarının arasında piyanosunun da olması nedeniyle yarım kalmıştır. Tüm müdahalelere rağmen kardeşi kurtarılamayınca bir süre ağır bir depresyon geçiren Ahmet Say, ''dövizli öğrenci" kontenjanından Almanya'ya giderek, basın yayın üzerine eğitim almıştır. Türkiye'ye dönünce öğretmenlik yapmak amacıyla soluğu dağlar ve karlar ülkesi Bingöl'de aldı. Öğretmenlik yaptığı sürece, köyden şehir merkezine ayda sadece bir kez maaş alıp, alışveriş yapmak için gitti. Maaşından, kendi şahsına sadece ucuz tütün alıp, kalanını okulunun ve öğrencilerinin ihtiyaçlarına harcadı. Hayatının en güzel kesiti olan Bingöl'deki yıllarını, yüksek lisans yılları olarak kabul ediyor Ahmet Say. Görerek, yaşayarak, tanıyarak eğitimin en güzelini yaşıyor. Bingöl’deki öğretmenlik yıllarının ardından bir süre de Erzincan'da halk eğitim uzmanı olarak çalışan Ahmet Say, daha sonra Ankara'ya yerleşir. Burada edebiyat alanında eşsiz çalışmalara imza atar. Birçoğumuzun bu çalışmalarından haberi yoktur. Türkiye'nin çalkantılı ve zor siyasi hayatının sillesinden geçerek, onun gibi kıymetli, nitelikli işler meydana getirmek pek az insana nasip oluyor.
Beş edebiyat eseri ödülü sahibi ve konservatuvarlar ile üniversitelerin müzik bölümlerinde temel eser olarak okutulan müzik kitaplarının yazarıdır. Ve kazandığı ilk para ile oğluna piyano alan bir babadır.
Saygı gecesinde konuşan Ahmet Telli, “Onunla zaman geçirmek güzel bir şey. 47 yıl önce tanıdım. Umarım ki bir gün gelecek o zaman daha genç kuşaklar, onun ateşiyle yüreği yanan genç kuşaklar burada söz alacaklardır. Ahmet Say, yaşadığı zamanla sınırlı değil, yaşanacak hayatların ufkunu sundu bize. Bu ufuk her türlü kötülüğün aydınlandığı zamanlardır. Bu ülkede aydın olmak biraz da gözü pek olmayı gerektirir. O haysiyetli aydın kuşağın bir temsilcisidir, öylece kalacaktır” dedi.
Edebi yaşamına başlarken kendisine Orhan Kemal'i şiar edinen bir Ahmet Say var karşımızda. Bir arkadaşı aracılığıyla tanıştığı Orhan Kemal'e Bingöl izlenimlerini aktarır. Bunları muhakkak yazmalısın diye kendisine yol gösteren Kemal'e, yazmayı bilmediğini söyler. Orhan Kemal'in cevabı şöyle olur: "Bana anlattığın gibi yaz. Düpedüz yaz. Sakın edebiyat yapmaya kalkışma! Süslemeler yapmak için kendini zorlama... Noktalama işaretlerini de ustalıkla kullan. Yeni bir yazar, hiçbir alanda açık vermemelidir..." İşte böyle başlıyor edebiyat serüveni Ahmet Say'ın. 2.Dünya Savaşının enkazı altındaki Almanya'da mülteciler arasında, yavaş yavaş oluşmaya başlayan düşün hayatından etkilenir. Ankara'da dâhil olduğu edebi ortamlar neticesinde de iyice şekillenmeye başlar. Say, Cemal Süreya ile birlikte Türkiye Yazıları adlı aylık dergiyi de çıkarmaya başlar. 12 Mart darbesi döneminde,17 ayını cezaevlerinde geçirir. Burada yaşadıklarını bizlere şöyle aktarır: "Davalarda hüküm almadığım halde bir dava sarktığı için beni Ulucanlar Merkez Cezaevi’ne attılar. Gorki’nin bir kitabının adı, ‘Benim Üniversitelerim’dir. Cezaevi de gerçekten benim için üniversite oldu." Mihri Belli, Halit Çelenk, Suphi Karaman, Aziz Nesin, Doğan Avcıoğlu, Mahzuni Şerif, Ruhi Su, Fikret Otyam, Demir Özlü, Nazım Hikmet, Metin Altıok, İlhan Erdost, Tahsin Saraç, Ahmet Erhan, Hikmet Kıvılcımlı, Cemal Süreya gibi isimlere yarenlik eder. Bu tanıklık esnasındaki gözlemlerini de 76 yaşında kaleme aldığı “Ağaçlar Çiçekteydi” eserinde ilmek ilmek işlemiş. Öyle dolu, öyle görüp geçirilmiş, öyle kalender bir yaşam ki gıpta etmemek olanaksız. Kitabının son bölümünde ise oğlu Fazıl Say'ın eğitim ve müzik hayatından kesitler sunuyor. Dikkat ederseniz ''Fazıl Say'ın babası'' olma etiketinden çok daha ötede bir karakter bence. Fazıl Say olsa olsa "Ahmet Say'ın Oğlu'' etiketiyle benim satırlarımda yerini alabilir. Arada ne fark var, demeyin, çok büyük fark var. Başarılı yayın yaşamına ait olan sürece dair Ahmet Say şöyle diyecekti:
“Bir doğa kuralı olarak insan, çocuğu için nasıl her şeyini vermeyi göze alırsa, ben de bu yayınlar için işte öyle varımı yoğumu ortaya koydum. Varım yoğum ise şunlardı: Son derece kararlılık, başarı hırsı, günde 14 saat çalışmamı sağlayan bir enerji ve gençlik ve sağlık...”
1992 Yılında Edebiyatçılar Derneği'ni kuran Ahmet Say, geçen yıllara kadar da düzenli köşe yazıları yayımlamaktaydı. Onun gibi aydınlara, onun gibi babalara, onun gibi adamlara bu Ülkenin gerçekten çok ihtiyacı var.
“Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik; bildiklerimizle övündük, eğlendik. Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.” (Ömer Hayyam-çev: S. Eyüboğlu)
Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin toplumsal değişimini ustalıkla anlattığı “Kocakurt” romanının “Biter mi Hikâyemiz” başlıklı son bölümünün başına Ömer Hayyam’ın paylaştığım şirini yerleştiren Ahmet Say edebiyat, kültür, müzik, sanat yaşamımızdan “Yel gibi geçen” gerçek bir aydınımızdı. Geride, edebiyat ve sanat yaşamımızda iz bırakmış hep okunacak, Sabahattin Ali Öykü Ödülü’nü kazanmış öyküler, Kocakurt gibi memleket gerçeğini mizahi-ironik bir dille, ustalıkla anlattığı bir roman, konservatuvarlarda ders kitabı olarak okutulan müzik ansiklopedisi ve anı kitapları bıraktı. Ahmet Say, çok yönlü bir sanat ve edebiyat insanıydı.
Comments