UMUT
- Ahmet Güdücüoğlu
- 10 Eyl
- 3 dakikada okunur
Morale, umuda ve daima güçlü olmaya ihtiyacımız olan günlerden geçiyoruz. Sosyal dayanışmayı çok daha fazla arttıracağımız zamanlardayız. Bunları gerçekleştirirken de en fazla umuda, insan sevgisine ihtiyacımız olacaktır. İnsanlık tarihine baktığımızda yüksek moralle direnen, mücadele edenler olduğu gibi, yanlış düşüncelerle zihnini dolduran ve karamsarlığa kapılanlar da olmuştur. Beynimizi umut ile doldurursak aydınlık günler daha çabuk kapımıza gelecektir. “İnsanların zihninden, yeryüzünden kazanılandan daha fazla değerli taş ve altın çıkarılması mümkündür. Thomas Edison’un bu sözü insan zihninin çeşitliliği ve zenginliğinden söz etmektedir. Bernard Werber tarafından anlatılan ve oldukça bilinen “Gemi ve Denizcinin Hikayesi” insan bilincinin umut ve karamsarlık adına yaptıkları düşündürücüdür:
“1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içeride olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışarıdan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içeriden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar. Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Her gün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu, sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır. Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur. Kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri madura şarapları zaten 18 derecede taşınıyormuş. Şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir. Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür.(Kaynak: Bernard Werber, ‘İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi’)
Yine umudun güzelliğini anlatan bir hikaye ile devam edelim: “Almanya savaştan yeni çıkmıştı. Yıkık binalar, dağılmış aileler, endişeli insanlar...O günlerde, hemen İsviçre sınırının ucunda bir yerde, küçücük, yoksul bir köyde, Paula adında bir kız yaşardı. Paula her sabah erkenden, eskimiş terliklerini ayağına geçirir, eline aldığı teneke bardakla, elini yüzünü yıkamadan, komşuları olan Emma Teyzeye giderdi.
"Ben geldim...Kedim çok acıktı. Lütfen bana yine biraz süt verir misin?"Emma Teyze önce yorgun ve hasta bedenini zorlukla yerinden kaldırır, sonra ağır adımlarla, savaş sırasında harabeye dönen ahırdan süt güğümünü alıp geri dönerdi. "Çook teşekkür ederim Emma Teyze. Kedim senin bu sütüne bayılıyor. Görüşürüzzzz..."Her sabah aynı şey tekrar ederdi.
Paula Emma Teyzeye gider, Emma Teyze ona süt verir.
Köylü Emma Teyze ile Paula arasındaki bu alışverişi gülümseyerek izlerdi. "Nereden geliyorsun böyle Paula?"
"Nereden olacak, Emma Teyzeden. Kedim için süt verdi. İneği öyle çok süt veriyor ki, kedim hiç aç kalmaz." "Harika haber bu. Yolun açık olsun Paula." Köye bir gün bir gazeteci geldi.
Gün boyu dolaştı, fotoğraflar çekti, köylüler sohbet etti. O geceyi köyde geçiren gazeteci, sabah uyanıp, kapının önünde kahvesini yudumlarken, Paulanın neşe içinde önünden geçtiğini gördü. Gazeteci şaşkınlık içinde olup biteni anlamaya çalışıyordu çünkü köyde bir tek hayvan yoktu, hepsi savaş sırasında ya telef olmuş, ya da kaçıp gitmişti.
Gazeteci ile köyden bir kadın göz göze geldiler. Gazeteci "Ama kedi..." Kadın sözünü kesti. "Evet, Paulanın kedisi savaşta öldü." "Ya inek? İnek de..."Kadın yine araya girdi. "Evet evet, Emmanın de ineği yok artık." Sustular. Kadın gözün akan yaşı silerken, köyün karşısında uzanan dağlara baktı.
"Paula'nın kedisi öldü ama umudu halen yaşıyor."
"Pek...peki ya Emma Teyze, o neden bu oyunu oynuyor?"
Kadın gülümsedi. "Emmanın ineği yok artık dedim, inancı yok demedim." Gazeteci çekinerek "Ya siz, ya bütün bu köylüler?"
"Bizim de köyümüz yerle bir oldu, umudumuz değil."
Paniğin bağışıklık sistemini % 50 zayıflatan bir etkisi vardır. Ve zihnimiz bize inanılmaz oyunlar oynayabilir. Korku çoğu zaman bizi diri tutar, hayatta kalmamızı sağlar. Lakin panik her zaman kötü sonuçlar verir. İnsanın boş kaldığı, amaçsız hissettiği anlar ise zihnine en kolay yenildiği anlardır. Sürekli sıkıldığınızı düşünmek, haberleri takip ederek olası felaket senaryolarına kafa yormak, sosyal medyadaki komplo teorileri ve asılsız haberler ile paranoyada seviye atlamak yerine zihninizi oyalayacak işler ile meşgul olmayı denemelisiniz. Günlük yaşamın yoğunluğu yüzünden evde yarım kalan işlerinizi tamamlayın, ailenizle sohbet edin, kitap okuyun. Sevdiğiniz işlerle, hobilerinizle ilgilenin,roman,şiir,hikaye okuyun. Telefon, dijital görsel araçlarla dostlarınızı arayın. Zaman yokluğundan izleyemediğiniz filmleri,oyunları izleyin. Unutmayın yüreğimize bahar mutlaka gelecektir. Yine fıkralarımıza gülecek, anılarımızı özlemle anacağız.
“O günü görmek için sade bekleyeceğiz,
Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları.
Hazırlanıyor gibi, gökyüzü, ufuk, deniz,
Bir sabah dökülecek baharların baharı.” Ziya Osman Saba
Yorumlar