12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü. Çocuk işçiliği çocukların sosyal ve psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkiler. Günümüzde Dünya’da 200 milyona yaklaşık çocuk okul sıralarında, parklarda olmak yerine çocuk işçiliğinde yer alıyor.18 yaşın altındaki her bireyin çocuk olduğu gerçeğinden hareketle çocuk işçiliği Dünya’da son bulmalıdır. "Tırnağını annesi keser, parmağını makinesi. “Nazım ne güzel anlatmıştır çocuk işçiliği sorununu, dertlerini. “Dünyayı çocuklara verelim, kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi, hiç değilse bir günlüğüne doysunlar”… Diyordu dizelerinde. Evet, yoksulluk en çok çocuklarımızı etkiliyor, savaşlar en çok çocuklarımızı vuruyor, çocuklarımız işyerlerinde en kötü koşullarda çalıştırılıp perişan ediliyor. Çocuk işçiliği insanı gelişim açısından ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Dünyada her 5 çocuktan biri çalışmak zorunda bırakılırken bu çocuklar sağlıklı bir çevreden ve temel özgürlüklerden de mahkûm kalmakta fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal ve eğitsel gelişime zarar veren koşullarda çalıştırılmaktadır.
Dünya’mızda yoksulluk, savaş gibi nedenlerden dolayı çocukların çoğu büyük acılar çekiyor. Bu yazımda bir çocuk kahramandan söz etmek istiyorum. İqbal Masih. O 1983 yılında Pakistan’ın küçük ve yoksul bir köyü olan Muridke’de doğdu. Babaları kısa süre sonra aileyi terk etmişti. Ve annesi evlere temizliğe giderek aileyi geçindiriyordu. Fakat abisinin evlenme zamanı geldiğinde gerekli olan 600 rupiyi bulabilmek için annesi 4 yaşındaki İqbal’i bir halı fabrikasında çalışmaya göndermek zorunda kaldı. Acı bir şekilde söylemek gerekirse 600 rupi (12 dolar) karşılığı bir halı fabrikasına sattı. Pakistan, Dünya’da en çok çocuk işçi çalıştıran ülkelerden birisi durumundadır. Kölelikten hiçbir farkı olmayan bu sistemde halı mafyası önce çaresiz aileleri borç batağına sokuyor. Daha sonrada her yıl artan faizler borcun sona ermesini engelliyordu. İqbal ve daha pek çok çaresiz çocuk bu şekilde aşırı sıcak, havasız bir odada (dokudukları halının kalitesi düşmesin diye), bir halı tezgâhına zincirlenerek (kaçmasınlar diye) günde 12 saatten fazla çalıştırılıyordu. İş yerinde kendisi gibi konuşmaya bile korkan 30 çocukla bir tutsak olarak 6 sene yaşadı. Çocukların hemen hepsine sadece hayatta kalmalarına yetecek kadar su ve yemek veriliyordu. Zira bunun da bir sebebi vardı. Çocukları mümkün olduğu kadar küçük bedende kalmalarını sağlamak gerekiyordu. Çünkü en pahalı halıları ancak o küçücük parmaklar dokuyabiliyordu. Zaten İqbal, 10 yaşında sadece 27 kg ağırlığında ve 6 yaşında gibi görünüyordu. Çocuk çalıştırmanın yasak olduğunu öğrendiğinde ise bir şeyler yapmanın gerekliliğine inanan İqbal buradan kaçar. Fakat daha sonra yakalanarak tekrar fabrikaya götürülür. Bir sonraki kaçışında ise yanında çocuk işçi çalıştırmanın insanlık dışı bir olay olduğuna ikna ettiği yüzlerce çocuğu da götürür. Çocuk işçiliğine karşı verdiği mücadele Dünya çapında duyulmaya ve ses getirmeye başlayınca gelişmekte olan ülkelerde çocuk emeğinin, istismarının sembolü oldu.12 Haziran 1995 yılında 12 yaşında iken suikaste uğrayarak öldürüldü.
Onu katledenler rahat bir nefes aldıklarını zannediyorlardı ancak ufak bir ayrıntıyı unutmuşlardı, İqbal’in kısa sürelik hayatında dokunduğu diğer çocukları. Küçük bir bedene sahip olmasına rağmen büyük bir ruha sahip olan İqbal, küçük yaşlarına rağmen ağır şartlarda çalıştırılan çocukların hakları için büyük çaba gösterdi. Konuşma yeteneği, cesareti ve azmi ile Pakistan’ı oldukça etkileyen İqbal’in daha önce korktuğu mafya, kendisinden korkar bir duruma geldi. Çocuk yaşta vermiş olduğu mücadele onu henüz daha çok küçükken kahraman yaptı. Birçok insanın baş edemediği sorunlarla 10 yaşında savaştığını, binlerce çocuğu tutsak bir ömürden kurtardığını ve inandığı değerler uğruna korkmadan öldüğünü bildiğimiz İqbal ‘in anısı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyoruz.
Dünya tarihini incelediğimizde çocuklara genellikle hep kötü davranıldığını görmekteyiz. Bu ülkelerden, geri kalmış olanlar olduğu gibi, çok övündükleri çağdaş, özgürlükçü düşünceleriyle tanınan ülkeleri de görebiliyoruz. Peyniri, çikolatası ve Heidi ile simgeleşmiş İsviçre. Çocukluğumuzun kış günlerinde, televizyonun karşısına geçip heyecanla Heidi'yi beklediğimiz saatler unutulmazlarımız arasındadır.
Öyküde Alpler’ deki mutsuz dedesinin yanına sığınan Heidi’yi tanımaktayız.
Burada gördüklerimiz, Heidi'nin çatıdaki derme çatma odası ve arkadaşı Peter’dir. Keçiler, çiçekler, dağ yamaçları bizleri doğanın senfonisine bırakmış gibidir. İzlerken de hep dikkatimi çeken, kafamda soru işaretleri bırakan Heidi’nin yaz kış demeden çıplak gördüğümüz ayakları. Kışın o soğuklarda, keskin kayalıklar üzerinden keçilerin peşinde koşarken bizleri yaralayan çıplak ayakları. Her ne kadar bize o dönemler, Heidi'nin özgürlüğüne düşkün olduğu için ayakkabı giymediği söylense de, gerçeği yıllar sonra öğrenecektik. Yoksa Heidi'nin ayakkabısız lığı özgürlükten falan değilmiş. O bir "Verdingkind"miş. Yani "Çıplak ayaklı çocuk".1700’lü yılların sonuna doğru, annesi babası olmayan, hapis cezası alan ya da devlete borcu olan ailelerin çocukları, devlet ve kilise eliyle zenginlere verilirmiş. Ve verildikleri ailelerde, ailenin çocuklarıyla köle çocuklar ayırt edilebilsin diye çocuklara ayakkabı giydirilmezmiş. Meğer bizim Heidi de o çocuklardan biriymiş. Her ne kadar İsviçre yıllar sonra, hayatta kalan çıplak ayaklı çocuklardan özür dileyip, onlara tazminat ödese de, yeryüzünde, yaşanan acıları unutturacak bir para birimi yok. İsviçre’nin toplumsal tarihinde bu ayaklar, çocuklar üzerine işlenmiş bir suçun utancıyla simgeleşmiştir. Orijinal hikâyenin yaratıcısı Johanna Spyri, 53 yaşındayken yazdığı Heidi hikâyesi yoluyla, 80’lere kadar İsviçre toplumunda konuşulması tabu kabul edilen çıplak ayaklı çocuklar hadisesine dikkat çekmiştir. Çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır. Sypri, doğaya, insanlara, hayata Alplerde çıplak ayaklarıyla koşan Heidi’nin gözüyle bakarken, bütün Verdingkinder’lerin dünyalarına ve duygularına dikkat çekmeye çalışmıştır.
Dünya, yoksulluklara mahkûm edilen çocuklara karşı hep acımasız davrandı. Afrika’da binlerce çocuk açlıktan öldü. Filistin’de sahilde top oynayan çocukların üstüne bombalar yağdı. Savaştan kaçan Aylan Bebek üç yaşında denizde botun batmasıyla yaşamı yitirdi. Yemen’de yıllardır devam eden savaşta yaklaşık 100.000 çocuk kötü beslenme ve hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Dünya olarak çocuklarımızı koruyamadık.
Comments