Yaşlı bir bey, sabah erkenden evinden çıkmış, yolda ilerlerken bir bisikletlinin kendisiyle çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokakta bulunan insanlar ihtiyar adamı en yakın sağlık ocağına ulaştırmışlar. Hemşireler acele olarak adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çıkık olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.
Yaşlı bey, huzursuz olmuş ve çok acelesi olduğunu fazla beklemek istemediğini söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar.
Adamcağız da; “eşim, huzur evinde kalıyor. Her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum” demiş.
“Eşinizin siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde” demiş hemşire.
İhtiyar adam üzgün bir ifadeyle; “ne yazık ki karım Alzheimer hastası ve benim kim olduğumu hatırlamıyor” demiş.
Hemşireler hayretle; “madem sizin kim olduğunu hatırlamıyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için acele ediyorsunuz” demişler.
Yaşlı adam buruk-üzüntülü bir sesle demiş ki; “ama ben onun kim olduğunu hatırlıyorum…”
Not: kaç koca karısı için böyle düşünür?
ÇİFTLİKTEKİ YANGIN
Soğuk bir kış günü, hava soğuk mu soğuk! Saatler gece yarısını gösterdiğinde, vadinin biraz ötesinde bir çiftlikten alevler gökyüzüne ulaşmış, dumandan herkes korkmuştu. Bütün köy çiftliğin alevleri arasında yanarken herkes yangın yerine gelmişti.
Çiftliğin sahibi, eşi ve çocuğunu kurtarmak için olağanüstü bir çaba gösteriyordu. Yangın ocaktan fırlayan bir ateş parçası neden olmuştu.
Yangın kısa zamanda evi, ahırı, ambarları, samanlığı, kül haline sokmuştu. Can kaybı yoktu ama birkaç hayvan yaralanmıştı.
Çiftliğin sahibi kederli bakışlarla sönmek üzere olan alevleri seyredip acıma nidaları haykırıp duruyordu.
Birisi; “köyümüzde bir aile kavrulup gitti. Bu çok acı bir şey.”
Köyün yaşlıları da; “üzülmeyin! Her şeyin bir çaresi vardır” dedi.
Başka birisi de; “buna bir çare bulmalıyız. Hele hava bir güneş açsın çıplak gözle neleri kaybettiğimize odaklanalım” dedi.
Ertesi gün bütün köy halkı işi gücü bırakıp kazma küreklerle yanan evin yerini temizliyorlardı. Tüm çiftliği 4-5 gün içinde yeniden yaptılar ve çiftlik yanan evden çok güzel olmuştu. Köylüler ambarları ve samanlığı doldurdular. Çiftlik sahibi ve karısı gözyaşlarını tutamayıp ağlıyorlardı.
Köyün en yaşlısı “sakın üzülmeyi ve başkalarına yük olduk, zorluk çıkardık diye düşünmeyin” dedi.
Kalbimizde, başınıza gelen bu sefaletin acısını taşımaktansa, yaptığımız iyiliğin sevinci kalbimizde taşımak bizim için çok daha iyidir.
“Hadi bakalım” dediler köylüler “yeni yerinizde güle güle oturun. Allah bize ve size böyle kötü felaketler göstermesin…”
SABIR KAHRAMANI
Allah, Eyüp Peygamber’e türlü türlü hastalıklar vermişti.
O sabır kahramanı peygamber ise bütün acılara ve ağrılara katlanıyor, asla halinden şikayet etmiyordu. Her zaman haline şükrediyordu.
Sanki büyük nimetler içindeymişçesine, bedenine gelen pek çok hastalığa sabrediyordu. Öyle ki Allah’a el açıp, halini arz etmekten ev şifa dilemekten bile utanıyordu. Bu acayip durum, hanımının dikkatini çekti.
Bir gün dayanamadı ve sordu; “sen Allah’ın peygamberisin. Duası kabul edilen bir kimsenin. Neden şu hastalıklardan kurtulmak için dua etmiyorsun?”
Eyüp Nebi, ona şöyle cevap verdi; “biz yetmiş sene sıhhat ve afiyetler içinde yaşamadık mı? Bırak da bir o kadar da sıkıntı çekelim…”
İşte o sabır kahramanı peygamber, senelerce bu ıstıraplara tahammül etti. Ama ne vakit, Allah’ı zikreden dili hastalandı ve onu zikirden alıkoydu.
İşte o zaman Rabbine yalvardı ve şifa istedi…
“O, ne güzel kuldu” Sad suresi, 44. Ayet.
Comments