ELEKTRİKLİ OTOMOBİL SATIŞLARI
- Vicdan ALADAĞ

- 9 Eyl
- 4 dakikada okunur
Türkiye elektrikli otomobil satışlarında Avrupa’da ilk dörtte
Türkiye, 2025 yılının ilk yarısında elektrikli otomobil satışlarında Avrupa genelinde dikkat çekici bir ivme yakalayarak en fazla satış gerçekleştiren ilk dört ülke arasına girdi.
Ülkemizde bataryalı elektrikli araç (BEV) satışları yılın ilk altı ayında bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 140’tan fazla artarak yaklaşık 86 bin adede ulaştı.
Haziran 2025 verilerine göre, sadece bir ayda satılan elektrikli otomobil sayısı 25 bini aşarken, toplam binek otomobil pazarındaki payı yüzde 27,4 seviyesine yükseldi. Bu büyümede hem tüketici ilgisi hem de vergi avantajları etkili oldu.
Türkiye’de 2025 yılı Haziran ayına kadar elektrikli araçlara uygulanan özel tüketim vergisi (ÖTV) oranı, belirli güç sınırları altındaki modeller için oldukça düşük seviyelerdeydi. Bu durum, elektrikli otomobilleri geleneksel içten yanmalı motorlara göre daha erişilebilir hale getiriyordu. Ancak Temmuz 2025 itibarıyla yürürlüğe giren yeni ÖTV düzenlemesiyle bu avantajın büyük ölçüde ortadan kalkmasının, sektör dinamiklerini yeniden şekillendirebileceği belirtiliyor.
Yeni vergi düzenlemesi kapsamında düşük güçteki elektrikli araçlar için vergi oranı %10’dan %25’e yükseltilirken, daha yüksek güç segmentleri için % 55 ile %75 arasında değişen oranlar getirildi.
Elektrikli araç satışlarındaki artışı destekleyen bir diğer önemli unsur ise şarj altyapısındaki gelişmeler oldu. 2023 yılında yaklaşık 6 bin 500 olan şarj istasyonu sayısı, 2025’in ortası itibarıyla 30 bini aşarak önemli bir genişleme gösterdi. Bu yaygınlaşma, tüketicilerin menzil kaygısını azaltarak elektrikli araç tercihini olumlu yönde etkiledi.
Ayrıca ülkede elektrikli araç üretimine yönelik yerli ve yabancı yatırımların artması, pazarın büyümesini destekleyen bir diğer faktör olarak öne çıkıyor. Devlet destekli teşvik programları ve yatırım anlaşmaları ile üretimin yerelleştirilmesi hedefleniyor.
Sektör uzmanlarına göre, vergi avantajlarının daralmasına rağmen Türkiye elektrikli otomobil pazarının orta ve uzun vadede büyümesini sürdürmesi bekleniyor. Üretim kapasitesinin artırılması, daha geniş model yelpazesi sunulması ve şarj altyapısının geliştirilmesi gibi faktörler bu büyümeyi destekleyecek.
2030 yılına gelindiğinde Türkiye’de satılan her üç otomobilden birinin elektrikli olması öngörülüyor. Bu gelişmenin, hem çevresel etkilerin azaltılması hem de enerjide dışa bağımlılığın düşürülmesi açısından stratejik bir rol oynayacağı değerlendiriliyor.
Enerji sistemleri iklim değişikliği kaynaklı rüzgâr kuraklıklarına nasıl hazırlanmalı?
Yayımlanan yeni bir araştırma, iklim değişikliğinin karasal rüzgâr rejimleri üzerindeki uzun vadeli etkilerini gözler önüne seriyor. Çalışmaya göre, özellikle kuzey yarımkürede, rüzgâr türbinlerinin elektrik üretimini ciddi şekilde düşürebilecek “rüzgâr kuraklıklarının” süresi yüzyılın sonuna dek yüzde 15’e kadar artabilir.
Araştırma, Avrupa, ABD, Çin’in kuzeydoğusu, Japonya ve Hindistan gibi dünyanın önde gelen enerji üretim bölgelerinde uzun süreli düşük rüzgâr dönemlerinin halihazırda kaydedildiğini ortaya koyuyor. Bu tür “rüzgâr kuraklıkları”, özellikle orta enlemlerde, küresel ısınmanın etkisiyle daha da sıklaşacak ve süresi uzayacak.
Karasal rüzgâr akımlarının modellenmesine dayanan analizde, ılımlı bir iklim senaryosu olan SSP2-4.5 altında, 2100 yılına kadar rüzgâr kuraklıklarının süresinde yüzde 5 ila yüzde 15 arasında artış bekleniyor. Özellikle ABD, Çin’in kuzeydoğusu, Rusya ve Avrupa’nın büyük kısmı bu durumdan etkilenme riskiyle karşı karşıya.
Rüzgâr kuraklığı nedir?Rüzgâr kuraklığı, kapasite faktörlerinin uzun süre boyunca düşük seyrettiği, başka bir deyişle rüzgâr türbinlerinin teorik maksimum kapasitelerinin çok altında çalıştığı dönemleri ifade ediyor. Kapasite faktörü 1’e ne kadar yakınsa, türbin o kadar verimli çalışıyor. Ancak uzun süreli düşük rüzgâr dönemlerinde bu oranlar belirgin şekilde düşüyor.
Araştırmada, 1980–2022 yılları arasındaki veriler ve CMIP6 iklim modelleri (CMIP6=Eşleştirilmiş Model Karşılaştırma Projesi)kullanılarak hem geçmiş hem de gelecekteki rüzgâr kuraklığı senaryoları incelendi. Yazarlar, bin yılda bir görülen “aşırı uzun” rüzgâr kuraklıklarının bazı bölgelerde 400 saate kadar sürebileceğini ortaya koyuyor.
Bölgesel farklılıklar: Kuzeyde artış, güneyde azalmaAraştırmaya göre, kuzey yarımkürede rüzgâr kuraklıklarının artmasının ardında “Arktik amplifikasyonu” adı verilen bir mekanizma yer alıyor. Arktik bölgesi, dünyanın geri kalanından daha hızlı ısındığı için, kuzey kutbu ile ekvator arasındaki sıcaklık farkı azalıyor ve bu durum rüzgâr akımlarını zayıflatıyor. Buna karşın güney yarımkürede, özellikle kara alanlarının daha hızlı ısınması nedeniyle rüzgâr hızlarında artış gözlenebilir.
Enerji sistemleri nasıl hazırlanmalı?Uzmanlar rüzgâr kuraklıklarının enerji arzında kesintiye yol açabileceğini, ancak bunun mutlaka bir kriz anlamına gelmediğini vurgularken, rüzgâr enerjisinin güneş, hidro, nükleer ve enerji depolama sistemleriyle entegre edilmesinin kuraklık etkisini hafifletebileceğini belirtiyor. Ayrıca ülkeler arası elektrik iletim hatlarının güçlendirilmesi ve şebeke bağlantılarının artırılması da esneklik sağlayabilir. Örneğin, İngiltere ile İspanya’nın şebeke bağlantılarının artırılması, farklı hava koşullarının dengelenmesine yardımcı olabilir.Ayrıca enerji sistemlerinin çeşitlendirilmesinin, uzun mesafeli iletim hatları ve enerji depolama yatırımlarının bölgelerin dayanıklılığını artırabileceğini ifade ediliyor.
Araştırmacılar, hedeflere ulaşmak için enerji planlamalarında rüzgâr kuraklığı risklerinin mutlaka dikkate alınması gerektiğini vurguluyor. Rüzgâr kuraklıklarına ilişkin bu kapsamlı analiz, enerji dönüşümünde karşılaşılabilecek potansiyel risklere dair erken bir uyarı niteliği taşıyor.
Hidrojenin temiz enerji yasasına eklenmesi önerildi
Yeşil Hidrojen Üreticileri Derneği (H2DER), hidrojenin de Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun kapsamına alınması için girişim başlattıklarını duyurdu.
H2DER Başkanı yaptığı yazılı açıklamada, mevcut yasanın hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle, çöp gazı, dalga ve gel-git gibi fosil olmayan enerji kaynaklarını kapsadığını, ancak hidrojenin bu çerçevede yer almadığını belirtti.
Başkan, hidrojenin kanuna dahil edilmesinin yalnızca sembolik değil, aynı zamanda stratejik bir adım olacağını vurgulayarak, “Böylece hidrojen, Türk mevzuatında ilk kez yeşil enerji kaynağı olarak tanımlanmış olacak. Bu düzenleme, hidrojene özel bir otoritenin atanması ve yeşil hidrojen üretim bölgelerinin ilan edilmesi kadar öncelikli bir gelişme niteliği taşıyor.” ifadelerini kullandı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın hidrojen sektörüne destek vereceğini belirten Dernek Başkanı, yapılacak düzenlemenin sektöre ivme kazandıracağını dile getirdi.
Açıklamasında, son dönemde artan orman yangınlarının iklim krizinin etkilerini bir kez daha gözler önüne serdiğini belirten Günay, yeşil dönüşümün aciliyetine dikkat çekti.
“Hidrojen, yeşil dönüşümün kutup yıldızıdır” diyen Başkan, yeşil hidrojenin üretiminde saf oksijen, tüketiminde ise sadece su açığa çıktığını hatırlatarak, şunları kaydetti:
“Fosil yakıtlardan çıkış için hidrojenin alternatifi yok. Elbette bazı zorluklar mevcut ancak dünya genelinde hidrojen ekonomisi hızla gelişiyor. Türkiye’nin sahip olduğu güneş ve rüzgar potansiyelini yeşil hidrojene dönüştürmek, hem cari açığın azaltılmasına hem de enerji arz güvenliğinin sağlanmasına katkı sunar. Enerji arz güvenliği, bağımsızlık eşiğidir.”



Yorumlar