Çavuş’un ‘KIRMIZI PAZARTESİ'si
- Mesut Sarıoğlu
- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur

Mesut Sarıoğlu yazdı...
Ülkede ve kasabada olanlara dayanma sınırım ne zaman tükense, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in ‘Kırmızı Pazartesi adlı kısa romanını kitaplıktan indirip okurum.
Roman kolektif bir cinayetin hikayesini anlatır.
Herkes her şeyi bilir ama kimse sesini çıkarmaz. Sonunda herkesin işleneceğini bildiği cinayet yine herkesin sessiz kalması ile işlenir.
Maquez’in doğduğu topraklarda kısa bir süre kaldım. Dünyanın en çok cinayet işlenen şehirleri listesinde ilk iki sırayı paylaşan Cali ve Bogota ilk bakışta harika şehirlerdi. Hele de Bogoto. Ama her köşe başında gayet büyük bir köpek ve onu zapt etmeye çalışan bir polis vardı. Ama cinayetler hız kesmeden devam ediyordu.
Marquez kendi ülkesini günlük yaşamını iyi bir dille ve süzerek anlatıyor romanda. Romanın asıl hedefi, toplumsal çürümeyi açık etmek.
Benim burnuma ne zaman kesif bir çürüme kokusu gelse bu romana sararım beynimi. Terapi gibi bir şey. Okuyun derim.
Sıkıldınız mı yazıdan.
‘DURUN HEPİMİZ BU YAZIYLA KARDEŞİZ ! ‘
Sıra kasabadan peydah olmuş ve ülke genelindeki tüm cam işçilerinin haklarını her sözleşmede kırpıp kırkıp çöpe atan adama geldi. 20 yıllık ağalığı döneminde işçi haklarını ha bire gömen bu ağa dayı, son icraatı ile cam işçisi ile geçtiği dalgasına yeni bir halka ekledi.
2004 dört yılında emekli olacakken, kafa kol ilişkileri ile seçildiği Kristal İş başkanlığını kapan Bilal ağa, bu aralar ülke ve dünya gündeminde sıkça tekrarlanan ‘hak vaki olana dek ‘ şiarına tutunarak yola devam edecek gibi görünüyor. Bizim gençlik yıllarımızda ‘Cam Sanayi’ ya da ‘Eczacıbaşı‘ işçisi olmak bir ayrıcalıktı. O zamanlar, genç kızların hayali, zetina dikiş makinası değil, cam işçisi ile mutlu bir yuva kurmaktı.
Sonra Bilal ağa ve ekibi, seçildikleri ilk yıllardan itibaren bu hayalleri doğradı. Bu arada Cam Sanayi devasa bir dünya markası haline geldi. Karlarına kar katarak yoluna devam etti. Üretenlerin hayat seviyesi düşerken, beyaz yakalıların hayat seviyesi hızla arttı.
İşçiler alın terleri ile büyüttükleri devasa gelirden paylarını alamazken, beyaz yakalılara bu pay tıkır tıkır ödendi. İşçilerden ses çıkaranlar olduysa da, Bilal ağa ve ekibi bu sesleri delege oylarını devşirerek susturdu. Kitlesel bir karşı duruş olmayınca, maaşlar yoksulluk sınırın altına geriledi.
Bilal ağa ‘hayır hasanet’ dalgası ile gayet ehven gelirlere kavuştu. Tabi bu buzdağının görünen kısmı. Sendika yöneticiliği maaşı ile mümkün olmayacak atılımlar yaptı.
Temsilcisi olduğu işçiyi, patron talimatları ile hizaya sokan ve yoksullaştıran bu çavuş, muhtemelen elden ayaktan düşene kadar bu hizmeti patrona , bu hezimeti de cam işçisine sunmaya devam edecek.
Sınıfla uzaktan akraba bile olmayan ve bu konuda tek satır okumadığı her halinden belli olan bu sendika ağası sadece kendi patronuna hizmet etmiyor. Diğer sektörlerde kıyaslama nedeniyle işçilerin tabana yakın ücretlere mahkum edilmesinin önünü açıyor.
Yine de vasatların çağında tek sorumlu bu çavuş değil. İşçilerin işlerini kaybetme korkusu ile büründükleri sessizlik te var. Yazıyı 1 Eylül’de yapılacak olan Rumeli Ekrem ve Melek Mossa konseri için planlamıştım. Bu konser, sözde sendikanın kuruluşunun 60. yılına ilişkin düzenleniyor. Belli ki çavuş ve ekibinin canı konser çekmiş. Davet edilen sanatçıların işçi sınıfı ile zerre ilgileri yok. Kaşeleri ödendiğinde her yere giden türden sanatçılar.
Ülkenin en büyük sendikalarında biri, 60. Kuruluş yıldönümünü, bir düğün salonunda ve konuyla ilgisi olmayan sahne sanatçıları ile kutluyor. Bu arada çavuş ; ‘ bakın ben ne izmetler yapıyom’ minvalinde kasabanın her yerini afişe karıyor. Cezayı yiyince de belediyeye hönkürüyor.
Aklıma takılan bir soru var. Ya Lüleburgazlılar top yekün gelmeye kalkarlarsa ?
Çavuş’un kendini gösterme egosu, kapıda halkın üzerine boşalıverir!
Tam bir ‘ KIRMIZI PAZARTESİ ‘ vakası yaşarız.
Bu çavuşla daha çok işimiz var…
Yorumlar