Eski özlemlerimizi, yaşadıklarımızı, çocukluğumuzu çoğu kez hasretle anarız, hatırlarız. Birçok kişinin kim bilir ne kadar çok biriktirdiği anıları vardır. Ulaşılması imkânsız olan bir sürü dileklerimiz vardır. Mesela diyelim bir zaman tamircisi bulsak. Eski, harabe, karanlık ve küçük bir dükkândan içeri girsek. Bizi aksakallı bir ihtiyar sevgiyle karşılasa ne güzel olur. Bir el atsan şu bizim zamana amca diyebilsek, zira çoktandır bozuk. Keşke bir zaman tamircisi bulabilsek. Bir bakmışız eskilere dönmüşüz. Terli terli su içtiğimiz için, bize kızan annemizi, sınıfta haylazlık ettik diye, kulağımızı çeken babamızı bulsak. Bayram sabahlarında, yatağımızın kenarında fiyakalı elbiseler bulalım. Sevinelim. Yüreğimiz gülsün. Cebimizde bayram paraları, lunaparklara koşalım. Akşam insin sokaklara, gidecek bir evimiz ve yatacak bir yer döşeğimiz olsun. Gazoz kapakları, misketler, kaymak taşlar, telli arabalar, oyuncak bebekler. Mahmur sabahlarda, masamızda simit ve sevgi ile donatsak. Yanı başımızda yanan sıcacık bir soba olsun. Kızarmış ekmek ve çay buğusu ile midemiz bayram etsin. Sabun kokmayı, cebimizde beyaz mendil taşımayı, uzaktan sevdiğimiz kızlara mektup yazmayı ve usul usul yaşamayı biz ne çok isterdik. Zaman tamircisinin tamiriyle ulaşmak istediğimiz çocukluğumuz ne güzeldi. O çocukluğumuzda bizler arkadaşlarımızla cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Şimdiki gibi servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi ve alabildiğince yürürdük. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz genelde bu durumu bildiklerinden endişe etmez, hatta kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi ve ayni sevgi ile bizleri sararlardı. Susayınca çekinmeden evlerine girer rahatlıkla su içerdik. Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Bu arada bir ihtiyacı için evine giden arkadaşımız elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu. Cebimizde harçlığımız olduğunda ise düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Birisinin parayı alabileceği aklımızın ucundan bile geçmezdi. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli ve rahat idi. Düşünce mutlaka bir kaldıran bulunurdu. Oyun sırasında bir arkadaşımızla kavga edince diğer arkadaşlarımız tarafından barıştırılırdık. Daha sonra yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Düştüğümüzde ise ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna kaldığımız yerden devam ederdik. Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. "Çocukluk başlı başına bir memlekettir, Hatta sılasıdır insanın. Büyüdükçe sıla özlemimiz artar, Hayat giderek gurbetleşir. Sanki ne yaşarsak yaşayalım hep gurbetteyizdir. Büyümek, gurbete çıkmaktır...” Murathan Mungan ne güzel söylemiş.
Bir gün sokaktan iki kişi sallanarak geçiyordu. Biri yolun ortasında durup ‘Ölümden korktuğunuz kadar, yaşamaya saygınız olsaydı sayın insanlar!’ diye nara attı. Öbürü onu susturup, çekerek uzaklaştırdı. Aklıma kazınan bu söz beni oldukça etkilemişti. İşin gerçeği artık yaşlanıyoruz. Yaşlandıkça keş kelerimiz çoğalıyor. Aslında bütün mesele bundan kaynaklanıyor. Her şeyi ve herkesi yarım yamalak yaşadık. Vaktimiz olmadı, durup dinlenmeye, durup dinlemeye ve durup anlamaya. Yarışa koşturulmuş atlar gibi, nefes nefese tükettik hayatın çoğunu. Hiç olmazsa bundan sonrasına sarılalım, olur mu? Denizleri, nehirleri dağıttık önümüze gelene. En azından avucumuzda kalan birkaç damlayı, kendimize saklayalım. Bizlere yağmurun altında sırılsıklam ıslanmayı, ıslanırken, dans etmeyi, şarkı söylemeyi ve umut etmeyi unutturuyorlar. Kalbimizin ne işe yaradığını, sevginin ne yüce bir duygu olduğunu ve insanın ancak paylaşarak güzelleşebildiğini unutturuyorlar. Herkes kendi kalabalığının içerisinde, kimsesizliğe mahkûm bir durumda yaşamaktadır. Sesin ve nefesin bir hükmü yok artık. Herkes önemli olmanın, vazgeçilmez olmanın, zengin olmanın, özel olmanın ve kusursuz olmanın derdinde. Kimsenin aklına “insan olmak” gelmiyor. İnsan olmayı unutturuyorlar bize. Tuncel Kurtiz Usta ne güzel söylemiş: ‘Arada bir aynaya bakmalı İnsan, Güzel miyim diye değil, İnsan mıyım diye’
Comments