top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Güdücüoğlu

YAŞLILIK 

Çoğumuzun korkusu ve gelmesini istemediğimiz bir zamandır yaşlanmak.  Günümüzde sanayileşme, toplumun sosyal yapısında önemli değişikliklere neden olmuştur. Eskiden otorite olan yaşlı, toplumsal saygınlığını kaybetmeye başlamıştır. Ekonomik zorluklardan dolayı giderek küçülen aile topluluğu, bir çekirdek aile biçimine dönmüştür. Bundan dolayı yaşlılar son danışılan olmaktan çıkmıştır. Günümüzde erozyona uğrayan değerler arasında, büyüklere gösterilen saygıda nasibini almıştır. Toplum kişilerle, kendisine faydalı olduğu ölçüde ilgileniyor ve yaşlılarda bu özellik ortadan kalktığı zaman verilen değerde azalıyor. Hâlbuki geleceğimizi hazırlayan, sahip olduğumuz maddi, manevi değerleri elde etmemizi sağlayan büyüklerimizi her zaman aramalı, ilgi göstermeliyiz. Bireyselliğin hızla arttığı günümüzde, kaybettiğimiz bu güzel değerlerin farkına varamamaktayız. Bilmeliyiz ki biz yaşlılara nasıl davranırsak, yarında çocuklarımızdan ayni davranışı göreceğiz. .“Gülümseyen bir yaşlı, kışta açmış çiçek gibidir”. Bu güzel Çin Atasözü yaşlılarına önem veren bir topluma güzel bir örnektir. Kristof Kolomb Amerika’yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı. Pasteur kuduz asısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise 86 olmuştu.Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı.Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı. Goethe, en büyük eseri Faust'u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti. Nobel ödüllü Alman doktor Albert Schweitzer 88 yaşına rağmen Afrika hastanelerinde durmaksızın çalışarak ameliyat yapıyordu. Picasso, 90'ında nefis eserler veriyordu.Verdi, "Otello"yu 73 yaşında, "Falstaff"ı 80 yaşında bitirdi. Sofokles'in "Kral Oedipus"u 80 yaşın eseridir.Mikelanj, 80'li yaşlarında hâlâ üretiyordu. İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'ını geçtikten sonra bile yazdı. Ülkemizin emeklilik ve yaşlılık alanında bir değişim başlatması gerekmektedir diye düşünüyorum.85 milyona yaklaşan nüfusumuzun neredeyse 8 milyonu 65 yaşın üstünde. Bunlardan kaçı kendileri için, aileleri için, toplum için yararlı olacak işler yapıyor? İşsizliğin çok yoğun olduğu günümüzde, elbette 65 yaşın üstündekilerin ücretli çalıştırılması beklenemez. Ama onların gönüllü gücünü harekete geçiremez miyiz? Nüfusu bizimkinin dört katı olan ABD'deki sivil toplum örgütlerine, yardım etkinliklerine katılanların oranı bizdekinin 4 bin katıdır. Türkiye'de de, aktif yaşamak isteyen, maddi karşılık beklemeden gönüllü çalışmalar yapmaya talip olan yüz binlerce emekli ve yaşlı var. Yapmamız gereken onlara böyle bir olanak sağlamak olmalıdır. Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir. İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır. Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır. Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz, insanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesidir.Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların teslim edilmesi ruhu buruşturur. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar. İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır.Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler. Dünyada 80 yaşını gören insanların yüzdesi 8 imiş.

İnsan doğası gereği hiç yaşlanmayacak ya da sonsuz yaşayacakmış duygusu ile yaşamını mutlu kılan bir varlık. Dünyanın hemen hemen hiçbir nimetinden yararlanamayacak kadar melekelerini yitirmiş biri bile yaşama tutunmak için her türlü çabayı gösteriyor. Çünkü hiç kimse bilinmez bir yolculuğun yaşanacağına tam olarak belli ki inanmıyor. Ancak yaşanılan yılların bir ara muhasebesinin de yapılması gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü böyle bir muhasebe bundan sonra belki daha sıkıntılı olacak yolun olabildiğince daha kolay geçirilmesi için yararlı sonuçlar doğurabilir. Çok şeye alışmamız gerekiyor. Bir zamanlar gülüp oynadığımız, aynı değerleri paylaştığımız, kızdığımız, sevdiğimiz, aşık olduğumuz, hep yanımızda olmasını istediğimiz insanların birer birer bizi terk etmesinin üzüntüsünü yaşıyoruz. Çalınan her telefona eskisi gibi coşku ile sarılmıyor, bir sevdiğimiz ile ilgili iyi bir haber almamanın endişesini yaşamaya başlıyoruz.

Yaşamımızın ilk evrelerinde büyük baba ve  büyük annelerimizi, orta evrelerinde anne ve babalarımızı, daha sonra da yaşamımızı paylaştığımız insanların bizi terk ettiğine tanık oluyoruz. Zamanın ve ölümün geriye döndürülemez olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.

Zaman zaman gösteremediğimiz sevginin pişmanlığını yaşıyoruz. Keşke diyoruz… Ancak yaptığımız iyi şeyler, özellikle bir başkası için yaptığımız iyilik ve fedakarlıkları anımsıyor ve iyi ki diyoruz. İkisinin toplamından çıkan sonuç yaşamımızın kalitesini veriyor.

Yaklaşık 7 milyon yıldan bu yana insanın var olduğunu biliyoruz. Her devrin kendine göre bir yaşam tarzı olduğuna göre, o yolu değerlendirmesi de olmuştur. Hiçbirimiz bugünkü düşünce ve olanaklarımızla geçmişi değerlendirip yargılayamayız.

Gerek insan nüfusunun artışı gerek iletişim araçlarının gelişmesi ve gerekse yepyeni bir yaşam biçiminin egemen olduğu bir devreye hızla girdik.

Bizden öncekiler bu geçişleri çok daha gri yaşadıkları halde, özellikle son 30-40 yılı içinde ortaya çıkan teknolojik değişim insan sosyolojisini hiçbir devirde olmadığı kadar değiştirdi; değiştirecek.

Dijital yaşama geçiş insani bağları hızla koparıyor; etrafınızda istemediğiniz kadar insan ve kalabalık var; ancak siz onların arasında yalnızsınız.Belki de biz birlikte yaşamanın ne olduğunu anlayan son kuşak olabiliriz.

Gittikçe sayımızın azaldığı kuşağımızın zihinsel hatta fiziksel olarak sağlıklı kalabilmesini uzatmak için, sosyal teması olabildiğince işler tutmamız, anılarımızı yaşatmamız, dostluğumuzu göstereceğimiz ilgi ile tazelememiz gerekiyor.

 Eskiden bizler için büyük bir nimet olan yaşlılarımızı artık yeterince sahiplenemiyoruz. Onlar bizim için çok değerliydi, birçok zorlukları, üzüntüleri onların varlıklarıyla atlatırdık. Şimdi onları kolaycılık bencilliğimizle, yeni büyük binalardan oluşan adına huzurevi denilen yerlere gönderiyoruz. Nasıl mı gönderiyoruz? Bizler den her zaman bekledikleri sevgiden yoksun olarak. Yaşlılarımız çocuklarının her şeyi sığdırdıkları evlerine, kendilerinin sığamadıklarını düşünebilirler. Ozan Hasan Hüseyin "İncecikti / gül dalıydı / dokunsan kırılacaktı / dokunmadım kurudu" der bir şiirinde. Hayat zaten kırılmamak ve kurumamak mücadelesine dayalı değil mi? Ancak evimizdeki ya da huzurevlerindeki yaşlıların kırılmasına da, kurumasına da izin vermemek gerekir. Büyüklerimiz bizim en değerlilerimizdir. Gül dalı inceliği ile onları sarıp sarmalamalıyız. Yaşlılarımıza en güzel hediye torunlarının sesiyle inleyen sıcak bir yuva olmalıdır. Bin bir mücadeleyle yetiştirdikleri çocuklarının en temel sorumluluğu bu olmalıdır. Yaşlısına önem veren toplumlar en saygın toplumlardır. Büyüklerimiz bizim en değerli yol göstericilerimizdir. Unutmayalım ana ve babamızın sevgi dolu şefkatle oluşan sıcaklığı ile hiç kimse bize sarılamaz.

       

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page