Tiyatro ve sinema dünyasının önemli sanatçılarındandı. Suna Pekuysal özellikle tiyatro sanatı için çok özveride bulunan birisiydi. Eski dönemlerde tiyatro ancak büyük şehirlerde vardı ve sanatçıları ancak burada yaşayan sanat tüketicileri izleyebiliyordu. Ülkenin çok büyük bir bölümü ancak sinema ile oyuncuları tanıyordu. Yeşilçam yıldız sistemine dayanıyordu, seyirciyi etkileyen, filme iş yaptıran, yeni film siparişi sağlayan güzel yüzlü, güzel fizikli kadınlar ve güzel yüzlü erkeklerden oluşan, yıldızlaşan başrol oyuncuları bu sistemin olmazsa olmazıydı. Bölge dağıtımcıları yapımcılara iş yapan, para kazandıran yıldızların oynadığı yeni filmlerin siparişlerini veriyorlardı. Konu, senaryo hatta yönetmen önemli değildi, başrolünde dağıtımcının istediği, salonları dolduran, para kazandıran yıldızın, yıldızların oynaması yeterliydi. Örneğin dağıtımcı yapımcıyı arayıp “Bana Türkan Şoray’lı ya da Ediz Hun’lu bir film yap konu önemli değil” diyebiliyordu. Bu star standartlarına uymayan oyunculuk yeteneği yüksek, başarılı birçok oyuncunun payına da ikinci, üçüncü rollerde, yardımcı oyuncu, karakter oyuncusu olmak düşüyordu. Yıldız sisteminin yıldızı olamayan, ikinci, üçüncü kadın ya da erkek rollerinde izlediğimiz bu oyuncuların birçoğu, sistemin yıldızı olmasalar da seyircinin gönlünde yıldızlaşıyor, çok seviliyordu. Hulusi Kentmen, Vahi Öz, kötü adamı oynasalar da Ahmet Tarık Tekçe, Erol Taş, Önder Somer, kadınlardan Aliye Rona, Suzan Avcı, Ayfer Feray ya da başrol oynayan Sevda Ferdağ, Nilüfer Aydan ve adlarını ekleyebileceğimiz çok sayıda oyuncu sistemin değilse de halkın, izleyicinin yıldızları olarak sinema tarihimizde iz bıraktılar.
Ben sahnede öleceğim diyen ve sağlık sorunlarına rağmen son yıllarına kadar sahnede, perdede, ekranda izlediğimiz unutulmaz Oyuncu Suna Pekuysal’da seyircinin gözünde, gönlünde yıldızlaşan oyunculardandı.
Kimlik adıyla Adile Suna Bulaner olan, soyadı kanunu çıktıktan sonra annesinin soyadını alarak Suna Pekuysal olan Suna Pekuysal’ın yaşam öyküsü 24 Ekim 1933 tarihinde, İstanbul’da başlar. Harbiye’de okuyan babası İlhami Bey, attan düşerek kalçasını kırar fakat ihmaller ve o günlerin koşulları, tıbbi olanakları nedeniyle kırık yanlış kaynadığından yaşamını koltuk değnekleriyle sürdürmek zorunda kalır. Hayata küsen ve yatalak durumdayken komşu kızı Hadiye Hanım’la evlenen İlhami Bey, Adile Suna doğduktan yedi ay sonra henüz 27 yaşındayken hayatını kaybeder. Annesi Cağaloğlu Halkevinde amatör olarak tiyatro yapıyordur. Okul dışındaki zamanlarını burada annesiyle beraber geçiren Suna da bir anlamda burada büyür. Suna, İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümünde öğrenim görüyordur. Suna Pekuysal ilk kez 1949’da İstanbul Şehir Tiyatrosunun çocuk bölümünde, Kadri Ögelman’ın “Artist Aranıyor” adlı oyununda sahneye çıkar ve Suna Pekuysal’ın hayatının sonuna kadar sürdüreceği sahne/tiyatro serüveni başlar. 3 yıl sonra da Suna’yı, dram bölümüne alırlar.
Darülbedayi kurulmuştur; fakat annesi Hadiye Hanım, ikinci evliliğinden olan iki kızından dolayı oraya geçemez. Annesi bu olanaktan yararlanamasa da Darülbedayi Çocuk Tiyatrosu kurucularından Ferih Egemen, halkevine geldiğinde küçük Suna’yı alır, götürür ve henüz 13 yaşında “Efe Ali” adlı oyunda masal anlatan inci abla rolünde oynamasını sağlar. Böylece Suna Pekuysal darülbedayiye ilk adımını atmış olur. Çok yeteneklidir, oyunlar arka arkaya gelir. Ankara konservatuvarının başvuru tarihini kaçırınca yeni dönemi beklemek yerine Dram Tiyatrosundan gelen rolleri değerlendirir, burada sahneye çıkmayı sürdürür “Gelin” adlı oyundaki bulaşıkçı kız rolü, Suna’nın ilk önemli rolü olur.
O yıllarda da çok muziptir Suna Pekuysal. Bir gün Tepebaşı Dram Tiyatrosunda sonradan aynı sahneyi paylaşabileceği dönemin önemli ve ünlü oyuncuları Cahide Sonku, Bedia Muvahhit, Şükriye Atay ve Şaziye Moral sohbet ederken Suna Pekuysal yanlarına giderek “Ne zaman öleceksiniz de bir rol oynayabileceğiz?” der. O nasıl laf deseler de Suna’nın söylediklerine çok gülerler. Gözü tiyatrodan başka bir şey görmeyen Suna Pekuysal sahnede yıldızlaşmaya başladığı günlerde aynı oyunda oynadıkları ve Suna’ya aşık olan Ergun Köknar, oyunun ortasında Suna Pekuysal’a aşkını ilan eder. 1964 yılında evlenirler, 1973 yılında oğulları Sait Ali dünyaya gelir. Suna geç evlenmiş, 39 yaşında hamile kalmıştır. O günlerde oynadığı bir filmin çekimleri sırasında düşer ve omurgası zarar görür. Bu durumda 9 aylık hamilelik süreci ve doğum yapması çok risklidir. Eşinin ve doktorlarının tüm uyarılarına, itirazlarına rağmen oğlunu doğurur. Ancak doğumda omurgası daha da zedelenir, doğum sonrası iki büklüm kalır. Çok sayıda ameliyat geçirse de düzelmez, eski sağlığına kavuşamaz.Tiyatro aşkı, sahneye çıkma yolculuğu sürerken sinema oyunculuğu da başlar. Kamera karşısına ilk kez 1951 yılında “Evli mi Bekar mı” adlı kısa filmle geçer. 1952 yılında da Talat Artemel’in yönettiği “Can Yoldaşı” filmiyle ilk kez bir sinema filminde Suna Bulaner olarak yer alır.
1953 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği, sinema tarihimizin ilk renkli sinema filmi olan ve sponsor desteğiyle çekilmiş ilk film “Halıcı Kız”da Heyecan Başaran, Agah Hün, Asuman Korad, Altan Karındaş, Müfit Kiper, Kadri Ögelman, Münir Özkul, Kamuran Yüce, Şükran Güngör, Sadri Alışık gibi birçok önemli oyuncuyla birlikte Hacer rolüyle Suna Pekuysal da yer alır.Suna Pekuysal’ın yaşam öyküsüyle ilgili Haldun Dormen’in aktardığı bir anekdotla bitirelim:
“Bir gün büyük bir markette alışveriş ederken güler yüzlü bir hanım yanına yaklaşmış ve ‘Suna Hanım, sizi Lüküs Hayat’ta seyrettim ve bayıldım. Zaten eskiden beri size hayranım’ demiş. Arkasından da en münasebetsiz bir biçimde, ‘Niye hep böyle eğik duruyorsunuz?’ diye abuk sabuk bir soru sormuş. Suna Pekuysal hiç düşünmeden: ‘Size olan sonsuz saygımdan efendim’ diye yapıştırmış yanıtını.”
Comments