top of page

Prometheus’un Cezası


ree

Nazlı Işık Tan yazdı...

Geçen hafta, uzun zamandır görmediğim bir öğrencim şimdiki meslektaşım demeyi çok istesem de, yıllardır atanamayan bir öğretmen kızım, ziyaretime geldi. O zarif tebessümünden hiçbir şey kaybetmemiş ama gözlerinin altında bir yorgunluk çizgisi oturmuştu. Bir yandan çay demledik, öte yandan hatıraları.

“Hocam,” dedi bir süre sonra, gözlerini halının desenine dikip, “Ben gitmek istiyorum.”

“Nereye?” diye sordum. Sanki nereye olduğunu bilmiyormuş gibi.

“Yurt dışına. Almanya olur, Kanada olur. Neresi olursa… Burada olmaktan yoruldum.”

Bir süre sustuk. Ben çay kaşığını çevirdim, o parmak uçlarını. Atanamamıştı. Diplomasını aldığı günkü sevincinden, bugün geçici işlerde çalışarak ayakta durmaya çalışan yirmili yaşların sonundaki bir genç kadına dönüşmüştü. Biliyorum, o sadece Sevgi -adını kullanmak istemediğimden ona sevgi diyeceğim- değildi. On binlerdi. İşsizliğin ve umutsuzluğun yorgun ettiği bir nesildi.

“Hatırlıyor musun,” dedim sonunda, “Prometheus’un hikâyesini?”

Başını hafifçe salladı…

“Tanrılardan ateşi çalıp insanlara verdiği için cezalandırılmıştı. Her gün ciğeri bir kartal tarafından yenir, her gece yeniden iyileşirdi. Ve bu sonsuza dek sürerdi. Ama herkes o acıya takılır da Prometheus’un neden bunu yaptığına pek kafa yormaz.”

Gözlerini bana çevirdi. Dinliyordu.

“Prometheus, insanlara sadece ateşi vermedi. Aynı zamanda umut da verdi. Hesiodos der ki, tanrılar insanlara tüm kötülükleri salmadan önce umutla birlikte bir ‘kavanoz’ verirler. Her şey dışarı çıkar, umut içeride kalır. Bazıları, umut da bir aldatmacadır der. Ama ben öyle düşünmem. O içeride kaldıysa, belki de tam da bu yüzden hep içimizdedir.”

Sevgi bir süre sessiz kaldı. Sonra gözleri doldu, ama ağlamadı.

“Hocam, bazen umut da ağır geliyor. Sanki içimizde bir yük gibi. Taşımak değil de, bırakıp gitmek istiyoruz.”

Haklıydı.

Ama yine de...

“Biliyor musun Sevgi,” dedim, “ben o umudu taşıyanların sırtındaki yükü görünce, Prometheus’un ciğerinin her gece yeniden nasıl iyileştiğini daha iyi anlıyorum. O iyileşme de bir mucize. Her şeye rağmen. Bu topraklarda kalmayı seçen her gencin içinde bir Prometheus var bence. Ateş çalmamış olabilirler ama karanlığa inat bir kibrit çakmayı deniyorlar.”

Birlikte çaylarımızı içtik. O beni sorularla bırakıp gitti.

Bir anne, bir öğretmen, bir yurttaş olarak içimde bir uğultu başladı.Madem Prometheus ateşi çaldı, neden bu kadar genç hâlâ karanlıkta yürüyor?Ateş varsa, bu kadar soğuk niye?Bir ülkede bu kadar çok genç, bavulunu umuda değil, kaçışa hazırlıyorsa…Bir öğretmen, öğrencisine sadece “sabret” diyebiliyorsa…Belki de tanrılar, o ateşi verirken içine bir yanılsama da koymuştur.Parlayan ama ısıtmayan bir ışık gibi.Ya da… belki ceza Prometheus’un değil, bizimdir.Çünkü biz ateşi çaldık ama onu adil paylaşmayı beceremedik.

Bazen düşünüyorum...Belki de en büyük acı, elinde kıvılcım varken hâlâ üşüyenleri seyretmektir.

 

 

Yorumlar


bottom of page