Madenlerin çıkarılmasında çevresel ve sosyal riskler var
Ne var ki mevcut haliyle KMH madenciliği, çevresel ve sosyal riskleri de beraberinde getiriyor. Söz konusu hammaddelerin yoğun olarak çıkarıldığı ülkelerde çevresel mevzuat kuvvetli değil ve güçlü emisyon azaltım düzenlemeleri yok. Bu nedenle madenciliğin ciddi kirliliği yol açması söz konusu.
Sosyal riskler bağlamında en çarpıcı örnek, yıllarca süren silahlı çatışmalardan sağ çıkmak için mücadele eden Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki durum. Kobalt rezervlerinin çoğu, kadınların ve çocukların erkeklerden de daha düşük ücretlerle, üstelik temel güvenlik ekipmanlarından yoksun çalıştığı bu ülkeden geliyor. Temel önlemlerin eksikliği nedeniyle birçok kobalt madencisi, son derece yüksek seviyelerde toksik metallere maruz kalıyor.
Çin’den ders alınabilir
Karbonsuzlaşma konusunda iddialı hedefleri bulunan ABD ve AB başta olmak üzere batı ülkeleri, KMH’lerin tedarikinde oldukça başarısız ve zor bir durumda kaldılar. Çin’in KMH konusunda tek hakim ülke olması nedeniyle oluşan risklere karşı acil çözüm üretme çabaları başladı. Bu konuda doğru adımlar atabilmek için nerede yanlış yapıldığından dersler çıkarmak ve Çin’in geliştirdiği politikaları incelemek gerekiyor.
Bugün güçlü bir entegre tedarik zincirine sahip olan Çin, KMH’lere devlet düzeyinde, kar-maliyet boyutuna fazla dikkat etmeden, yoğun şekilde yatırım yaptı. Dahası, seçtiği sektörlerde güçlü sanayi politikaları belirledi ve ar-ge çalışmaları konusunda her türlü finansal desteği ve teşviki sağladı. Bunun neticesinde, madencilikten rafinasyona ve işlemeye kadar tüm süreçlerde teknoloji ve uzman geliştirdi; yüksek verimlilik ve üretkenlik elde ederek orta vadede küresel bir rekabet avantajı sağladı.
2050’ye kadar 2,1 trilyon dolarlık yatırım gerekiyor
Günümüzde temiz enerji dönüşümünün hızı, yeterli kritik mineral ve hammadde arzının sağlanmasıyla doğrudan ilişkili. Bu nedenle tedarik riskine karşı hükümetleri, şirketleri ve araştırma kurumlarını içeren koordineli bir yaklaşım oluşturmak hayati önem taşıyor. Yerel ölçekte bu çabaların, madenlerin keşif ve çıkarma kapasitelerini artırmaya, teknolojik ilerlemeleri teşvik etmeye ve ortaya çıkan projelerin sermaye ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanması gerekiyor. Teknolojik inovasyon, hem doğadan çıkarma ve işleme tekniklerinin hem de geri dönüşüm ve döngüsel ekonomi yaklaşımlarının geliştirilmesini sağlar. Ülkeler ayrıca çabalarını birleştirerek, bilgi paylaşarak ve uluslararası işbirliğini teşvik ederek arz riskine bağlı kırılganlıkları azaltabilir.
KMH sektörü için yatırım konusu büyük bir sorun çünkü bir yandan öngörülen tedarik açığı genişlerken bir yandan da yeni tesislerin tam anlamıyla faaliyete geçmesi en az 10 yıl alıyor. Yüzyıl ortasında net sıfır emisyon hedefine ulaşmış bir dünyanın taleplerini karşılamak için 2,1 trilyon dolarlık yeni madencilik yatırımına ihtiyaç var. Ön maliyetler için ciddi miktarda sermayeye ihtiyaç duyulan bu gibi yatırımları, hükümetlerin rehberliği ve desteği olmadan gerçekleştirmek mümkün değil. Teknolojik engelleri aşmak ve rekabetçi üretim seviyelerine ulaşmak için özellikle araştırmaya, altyapıya ve insan sermayesine önemli yatırımları yapılması gerekiyor.
Batı, tedarik kaynaklarını çeşitlendirmeye çabalıyor
Son yıllarda gelişmiş ülkelerin KMH konusundaki endişeleri de artıyor. Bu nedenle bir dizi politikayı hayata geçirmeye başladılar. ABD’deki Enflasyonu Azaltma Yasası’ndan, AB’nin Kritik Hammaddeler Yasası’na kadar, tedarik kaynaklarını güvence altına almayı ve çeşitlendirmeyi amaçlayan kapsamlı politika seçenekleri sunuldu.
ABD başka ülkelerden elde edilen malzemelerin kullanımını kısıtlamayı hedefliyor. AB ise hiçbir ülkenin, Avrupa’nın kullandığı herhangi bir kritik mineral veya hammaddenin yıllık tüketiminin yüzde 65’inden fazlasını tedarik etmemesini şart koşuyor. Diğer büyük KMH tüketicisi ülkeler ise tedarik kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyorlar ve bunun için uluslararası işbirlikleri kurmayı deniyorlar.
ABD ve AB ülkeleri öncülüğündeki Batı ülkelerinin yakın zamandaki bir diğer inisiyatifi, KMH’lere erişimi güvence altına almak ve Çin’in hakimiyetine karşı koymak için çok taraflı bir strateji olarak başlattıkları Maden Güvenliği Ortaklığı üyelerine istikrarlı bir hammadde tedariki sağlamayı amaçlayan ulus ötesi bir birlik. Türkiye’nin de dahil olduğu 14 ülkeden oluşan bu koalisyon, teknoloji sektörünün ihtiyaç duyduğu kritik hammaddeleri sağlayacak projeler için finansman ağı oluşturup sektöre daha fazla yatırım yapmaları için özel yatırımları ve madencileri desteklemeyi amaçlıyor.
Türkiye, kendi KMH listesini oluşturmalı
2022 yılında Türkiye, Eskişehir Beylikova’da 694 milyon tonluk nadir toprak elementi rezervi bulunduğunu açıkladı. Bunun, Çin’de yer alan 800 milyon tonluk rezervin ardından dünyanın en büyük ikinci rezervi olduğu belirtildi. Türkiye’nin enerji sektöründeki konumunu pekiştireceği ifade edildi.
Resmi açıklamalar, Türkiye’nin yılda 570 bin ton maden işleme kapasitesiyle, nadir toprak elementleri alanında dünya çapında bir oyuncu haline gelebileceğine işaret ediyor. Bu rezerv, küresel tedarik riskine de büyük katkı sağlayabilecek düzeyde. Ancak kritik mineraller konusunda veri sunan uluslararası kuruluşlar, henüz Türkiye’nin rezervlerini küresel toplam içine dahil etmiyorlar.
Oysa dünyada bilinen 17 nadir toprak elementinden 10 tanesinin Beylikova Maden Sahası’nda bulunduğu belirtiliyor. Bu rezervlerin yüksek miktarda olması ve işlenip rafine edileceğinin resmi kaynaklar tarafından beyan edilmesi oldukça önemli. Türkiye’nin kendi yeşil dönüşüm ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve küresel ölçekte etkili bir oyuncu olabilmesi için kapsamlı strateji ve planlama çalışmaları yapması gerekiyor.
Her şeyden önce Türkiye’nin, aynı ABD ve AB’nin yaptığı gibi, NTE’lerin(Nadir Toprak Elementlerinin) özelliğine göre kendi kritik madenler listesini oluşturması ve envanterini çıkarması lazım. İlgili rezervlerin ve işlenmesi durumunda yaratılacak ekonomik değerin, farklı senaryolar altındaki fayda-maliyet analizlerini yapmasını gerekiyor. Bu kritik mineralleri verimli bir şekilde işleyip rafine etmesini sağlayacak ölçek ekonomilerini, maliyet avantajlarını hesaba katan, entegre tedarik zincirlerine sahip, geniş bir işleme tesisine ihtiyaç var. Ayrıca NTE’lerin işlenmesi ve rafinasyonu ciddi teknik bilgi gerektirdiği için, bu konuda nitelikli insan gücü ve altyapı desteği sağlanması önem taşıyor. Son olarak, bunların dünya pazarlarına güvenli bir şekilde ulaştırılması, uluslararası işbirliği anlaşmalarıyla sağlanmalı. Bu gibi strateji plan ve işbirlikleri aracılığıyla Türkiye, NTE tedarik zincirinde önemli bir konuma gelebilir.
Comments