top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Güdücüoğlu

KİTAPLAR

Bazen bir kitap okursunuz ki bir bakmışsınız o kitap olmuşsunuz. Bitince son sayfa, kaldırınca başını Dünya’nın varlığına, o kadar sesin, o kadar gürültünün içinde ki sessizlik ile baş başa kalırsınız. Her şey hatta kendiniz bile, hareket ettiğiniz halde tüm Evren devinimsizdir gözlerinizde. Bu iki Evren arasında bir süre bu şekilde huzurun katında devam eder yolculuğunuz. Daha sonra yavaş yavaş çirkin dünyaya alışmaya diğer Evren’in varlığını unutmaya başlarsınız. Ama hep unuttuğumuz şeyin özlemi ile kalırız. O özlem hiç bir yere gitmez. Özlem unutsan da geçmez çünkü bir yaşanmışlıktır. Belki de insan en çok unuttuklarını özler. İşte bu Dünya’dan geçen edebiyatçılar bizlere bu unuttuklarımızın özlemini çektiğimiz de tekrar yaşayalım diye kitaplar bırakmış.

 Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen hayallerimiz gibi

düşünmüşümdür. Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir. Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur. Kitaplar da öyle değil mi? Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur. Zamanla, tozlanmaktan, küflü bir koku edinerek sararmaktan başka bir işe yaramaz. Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra içlere doğru yayılır. Okumayanlar için kitaplar, ölü birer selüloz katmanından başka nedir ki? Âmâ bir kez elinize alıp okumaya görün: O cansız sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size. Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız. O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için; her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz. Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir. Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler. Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendia gibi duyumsarsınız kendinizi. Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu. Belki de tanımakta olduğunuz kişileri, her gün önünden geçtiğiniz dükkânları gizemli bir dünyada yeniden var eder ve siz bundan büyük bir tat alırsınız.

 Yaklaşık 50.000 kitabı olan Umberto Eco, kişisel kütüphaneler hakkında şöyle demiş: “Satın aldığınız tüm kitapları okumanız gerektiğini düşünmek ne kadar saçmaysa asla okuyamayacakları kadar fazla kitap alanları eleştirmek de bir o kadar saçma. Bu mantalite satın aldığınız tüm çatal-bıçak takımlarını, bardakları, tornavidaları veya matkap uçlarını kullanmadan yenilerini almamanız gerektiğini söylemek gibi bir şeye varır. Ancak hayatta sadece küçük bir kısmını kullanacak olsak bile her zaman bolca bulundurmamız gereken bazı şeyler vardır. Mesela kitapları birer ilaç olarak düşünürsek evde çok sayıda kitap bulundurmanın az sayıda bulundurmaktan daha iyi olduğunu anlarız: Kendinizi daha iyi hissetmek istediğinizde ‘ilaç dolabına’ gider ve bir kitap seçersiniz. Rastgele bir kitap değil ama; o an için en doğru olan kitabı. Bu yüzden daima bir çeşitliliğe sahip olmalısınız! Yalnızca bir kitap alıp onu okuyup sonra da ondan kurtulanlar, kitaplara tüketim zihniyetiyle yaklaşır. Onları bir tüketim nesnesi, bir meta olarak görürler. Gerçek kitap kurtlarıysa bir kitabın asla sıradan bir meta olmadığını bilirler.”

Vefat ettikten sonra Bologna Üniversitesi’ne bağışlanıyor kütüphanesi.

 Yapılacak en iyi şeylerden biri kitap okumaktır. Çünkü kitaplar sizi daha

derin bir anlayışa götürür, hem kendinizi hem de dünyayı daha derinden

kavramanızı sağlar. Bir ruh eğitimidir, bir duygular eğitimidir. Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkında da olumsuz önyargılar yerleşmiş topluma. Bunlardan biri de ‘edebiyat yapmak’ deyimi. Bu deyimle boş konuşmalar, hayal ürünü, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı kastediliyor. Oysa edebiyat dünyanın en ciddi işidir. Hiçbir gelişmiş toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiş, aksine hep toplumun en üst değerleri arasında yer almıştır. Bu saygıyı gösteren ve göstermeyen toplumlar arasındaki farkı görmek istiyorsanız, bir Avrupa ülkelerine bakın bir de Orta Doğu ülkelerine. Durum ortada değil mi?

 Saraybosna’nın bombalandığı, sırp nişancıların, evlerinde oynayan çocukları bile acımasızca öldürdüğü 1990'lı yıllarda, kitap sözcüğün geçtiği bir öykü efsane gibi yayılarak insanlık direnişinin sembolü olur. Sunay Akın’ın anlattığı bu yaşanmışlık oldukça etkileyici:

“Soğuk bir kış gününde, Saraybosna'ya kar beyazı, yanan binalardan yükselen kara duman ve kan rengi hakimdir. Ekmek ve yemek kuyruklarının önünde, battaniyelere sarılmış, çoğu hasta bir yığın insan görürüz. Saraybosnalıların birbirleriyle haberleştiği ve sohbet ettiği tek yer bu kuyruklardır. Sıranın kendilerine gelmesini beklerken konuşan insanlar arasında bir grup, şair olan arkadaşlarını günlerdir görmediklerinden, ekmek ve yemek almak için gelmediğinden yakınır. Ertesi gün de arkadaşlarını göremeyince, yolda keskin sırp nişancılar tarafından öldürülmeyi göze alarak evine gitmeye karar verirler.

Saraybosna sokaklarında ölümle köşe kapmaca oynayarak, şair arkadaşlarının evine ulaşmayı zor da olsa başarırlar. Binanın dış cephesi kurşun delikleriyle delik deşiktir. Şairin kapısını uzun uzun çalarlar ama açan olmaz. Kapıyı kırmaya karar vererek, hep birlikte omuzlarıyla yüklenirler. Evin içi buzhane gibidir. Kırık pencere camından içeri savrulan kar taneleri eşyaların üstünde uçuşmakta ve Şair, sırtı dönük bir şekilde odanın ortasındaki sandalyede oturmaktadır. Arkadaşları, kapının neden açılmadığını öğrenir, çok geçmeden; Şair donarak ölmüştür! Şairin önünde bir kül yığını vardır; ısınmak için evde bulduğu pek çok eşyayı yakmıştır. Birden, ayaklarının çıplak olduğunu görürler. Külü karıştırınca da yarısı yanmış bir ayakkabı tabanı bulurlar. O an, hepsinin bakışı odanın tüm duvarını kaplayan kütüphaneye yönelir. Kütüphanedeki tüm kitaplar yerinde durmaktadır. Rafların hiç birinde, bir tek kitap alındığında, bir çocuğun çekilen ön dişinin boşluğu gibi duran karartı yoktur.

Şair, ayakkabıları yakmış ama bir kitabını bile ateşe atmaya kıyamamıştır.”

 

28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page