top of page

KERVANIN BAŞI

Yazarın fotoğrafı: Necati KAYHANNecati KAYHAN

Tazminat devri idi. Mehmet Emin Ali Paşa gibi kıymetli bir devlet adamı, Rusya’nın baskılı ile Sadrazamlık vazifesinden alınmış ve İzmir’e vali tayin edilmişti.

Tecrübeli devlet adamı, İzmir’e geldiğinde ilk yaptığı işlerden birisi, şejhrin önde gelenleriyle bir toplantı yapmak oldu.

Onlara; “Efendiler, benim bakanlık ve hatta sadrazamlık yapmış bulunmam sizi aldatmasın! Bu vilayete hizmet edilecekse sizlerin el ve gönül desteğiniz ile hizmet edilecektir. Bu konuda kendisine yol göstermeleri gerektiğini açık açık söyledi.

Paşa’nın sözleri bitince, Musevi cemaatinin önde gelenlerinden birisi ayağa kalkarak; “Paşa hazretleri! Bizler deva kervanı gibiyiz. Size ise önde gidenimizsiniz. Artık nereye giderseniz, biz de oraya gideriz!”

On sıralarda oturan Bektaşi Talip Dede Efendi bu sözlerin hemen ardından;

“Estağfirullah! Estağfirullah! Estağfirullah!” diye üç kere “Estağfirullah!” çekince, ciddiyeti ile şöhret bulmuş olan Paşa, kendine hakim olamayıp gülmeye başladı. Çünkü herkes bilirdi ki, deve kervanının en önünde her zaman bir eşek giderdi.

Tıpkı Bektaşi dedesi gibi, Yahudi vatandaşın devirdiği çamı deviren anlayan hahambaşı, onu eteğinden çekip oturttuktan sonra, kulağına eğilerek ettiği haltı söyleyince, adamcağız orada düşüp bayıldı. Biçare kollarına girip çeke çeke götürdüler. Paşa ise hala bir miktar gülümsemekteydi.

NE AZI NE ÇOĞU

Öksüz Mehmet Paşa, bir nalbantın oğlu iken, saray mekteplerinde eğitim görmüş, devlet kademelerinde yüksele yüksele Mısır’a vali olmuştu. Zeki, hazırcevap bir kimse idi.

Mehmet Paşa’nın her daim yanında olan bir kahyası vardı; Nasuh Ağa.

Paşa Mısır’a vali olduğunda, Nahus Ağa’nın keyfine diyecek yoktu. “Artık kim bilir bana hangi mevkiyi verir?” diyordu. İşin aslı, Nasuh Ağa’nın pek mevkiyi dolduracak kalıbı da yoktu. Mehmet bunu biliyordu elbet. Yanına gelip;

“Artık bendenize layık olduğumu verirsiniz” dediğinde paşa; “Sana az birşey vermek bana uygun düşmez!” dedi.

Aradan biraz zaman geçer, Nasuh ağa yine Paşa’nın eteğine yapışır ve; “Artık bendenize layık olduğumu verirsiniz değil mi?” diye sorardı. Paşa ise tekrar;

“Sana az bir şey vermek bana uygun düşmez!” der. Böyle böyle Nasuh Ağa’nın sabrı tükendi. Bir gün yine kendisine “Sana az bir şey vermek bana uygun düşmez!” denilince;

“O zaman siz de çok bir şey veriniz Paşa hazretleri.” dedi.

İşte o zaman Öksüz Mehmet Paşa dayanamadı ve lafı yapıştırdı;

“Nasuj Ağa! Çok şey de sana layık değil!”

MİHRABDAKİ NARGİLE

Devir Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camii’ni inşa ettiği günlerdi. O dahi Mimar, caminin içindeki ses düzenini tecrübe etmek için, garip ve acayip bir yöntem bulmuştu. Mihraba, yani imamın Kur’an okuyacağı ve namaz kıldıracağı yere bir nargile koymuştu. Nargileyi fokurdatıyor, çıkan sesin caminin içinde eşit oranda yankılanıp yankılanmadığına bakıyordu.

Fakat Sinan’ı elinde Marpuç, mihraba kurulmuş nargile fokurdatırken gören bir kimse, koşup Kanuni Süleyman’ın huzurunda soluğu aldı.

“Hünkarım, Efendim Hazretleri! Zatı-ı Şahanemizin inşa ettirmek için akçeler döktüğü caminin mimarı o Sinan var ya, mihraba kurulmuş nargile fokurdatıyor.”

Kanuni, Sinan’ı tanırdı elbet. Böyle bir şeye ihtimal vermedi fakat meraklandı ve; “Hele gidip bakalım bu işin aslı astarı ne imiş” dedi.

İnşaat alanına gelen Sultan Süleyman, köşeyi bucağı iyice bir gezdi. Sual buyurdu, oradan buradan bilgi aldı. Caminin içine girdiğinde ise, gözlerine inanamadı. Çünkü tam mihrapta bir nargile duruyordu.

“Fesuphanallah!” dedi. Sinan’a dönüp;

“Sinan burada nargile mi içiyorsun?” diye sordu.

Dahi mimar önce bir tebessüm etti, sonra da;

“Haşa hünkarım! Allah’ın evinde nargile içecek kadar dinden diyanetten uzak değiliz.” Dedi. Ardından da nargilenin hangi maksatla orada olduğunu Sultan’a güzelce izah edip;

“Bakınız efendi hazretleri. Nargilenin içinde tütün dahi yoktur.” diyerek sözlerini tamamladı.

O koca Sultan ise, Sinan’ın sırtını sıvazlayıp gönül huzuru ile camiden ayrıldı.

6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page