Çamlıca’da, uşaklı, bahçıvanlı, muhteşem bir köşkte yaşayan bir delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Londra’da bir partide gördü onu, güzeller güzeli İngiliz genç kıza vuruldu, aşık oldu. Hyde Park’ta ata bindiğini öğrenince ertesi sabah soluğu orada aldı. Tanıştılar, yemek yediler, gözlerini birbirlerinden alamadılar. Fakat kötü bir şey vardı. Ahmet Naci Bey tahsilini tamamlamış, yurda dönmesi gerekmekteydi. Kalsa olmaz, bıraksa hiç olmaz. Pat diye; “Benimle evlenip Türkiye’ye gelir misin?” dedi. Olga Cynthia sevindi ama boynu büküktü.‘Jack var’ dedi. Jack, oğluydu. Delikanlı dinledi, önce sıkı sıkı sarıldı, sonra hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi ve Orient Express atlayıp İstanbul’a geldiler. Fakat ailesi bu işe karşı çıktı, nerden bulup getirdin bu yabancıyı dediler. Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin. Müslüman oldu, Nadide ismini alarak yaşamını sürdürdü. Hariciye ’ye giren delikanlı, Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu. Fakat kanun çıktı hariciyecilerin eşi ecnebi olamaz. Delikanlı mesleğimden vazgeçerim, aşkımdan asla dedi. Başka işler yaparak evini geçindirmeye çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Önce eldeki avuçtaki bitti, sonra gümüşler, sonra gülüşler ve ardından köşk satılarak gitti. Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler. Çocukları olmuştu fakat saracak bez bile bulamadılar. Bir eli yağda bir eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden âşık oluyordu ama kahrından alkole dadanmıştı. Bir gün İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi, çocuklarını al, İngiltere’ye dön, eğitimlerini üstlenelim, dediler Nadide’ye. Kapıdan kovdu! Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi. Ahmet Naci Bey, delikanlı gibi yaşadı, öldü. Nadide zatürreden vefat etti. Evlatları kim miydi? Biri Yıldız Kenter diğeri ise Müşfik Kenter. Müşfik Kenter içimizde bir Alf sesi ya da bir resme âşık Halil ama bir yandan da aşkları uğruna her şeyi göze alan bir ailenin çocuğu ve yokluklar içinde küllerinden doğan bir tiyatrocuydu.
Bir gün tiyatroda bir öğrencisi Müşfik Hoca’ya “Hocam neden bütün öğrencilerinize önce iyi insan olun diyorsunuz” diye sorar ve kendisi : “İyi insan olmazsan hiçbir şey olamazsın” diyerek yaşam felsefesini çok güzel özetlemişti. İyinin ve doğruluğun peşinden koşan insanlar hayatımızda yolumuza ışık olurlar.
Yıldız Kenter’in tiyatromuzun gelişmesindeki rolü çok büyüktür. Tilbe Saran, Kenter Tiyatrosunda gerçekleşen Yıldız Kenter anmasında Hocasından şöyle bahseder: “Şimşek hızıyla sahneye geliyor. Upuzun, incecik rüzgâr gibi… Uçuyor, yürüyor, şarkı söylüyor, gülüyor, ağlıyor, isyan ediyor, dalga geçiyor, kızıyor, şaşırıyor, hüzünleniyor, bağırıyor. Kadın oluyor, erkek oluyor, çocuk oluyor, kuş oluyor, ay oluyor, güneş oluyor. O şekilden şekle girdikçe ağzımız açık izliyoruz” diyor.
Kuşkusuz ki Türkiye tiyatrosuna kattıkları saymakla bitmez. Ama bugün açısından “Yıldız Kenter tiyatroya birçok yenilik getirdi” sözüne somut bir örnek olarak Stanislavsky örneği verilebilir. Özellikle Stanislavsky metoduyla tiyatroda gerçekçilik akımının adım adım örüldüğü ve tiyatro sanatının içinde de birçok gelişmenin yaşandığı dönemin sonrasında biriken tartışmaları ve oyunları Türkiye’ye taşımıştır. Kendi döneminde dört saat sürecek şekilde sahnelenen Anton Çehov oyunlarını yine yaptığı araştırmalar ve seyahat ettiği ülkelerde katıldığı eğitimler sonucunda Türkiye’ye dönüp Çehov metinlerinin işlenişi konusunda birçok atılım gerçekleşmiştir. Bunun yanında Tennessee Williams, Arthur Miller, Bernard Shaw ve daha birçok oyun yazarının oyunlarını Türkiye tiyatrosunda işlenmesinin önünü açmıştır.
Bunu yaparken yaşama ve yaşamının kendisi haline gelmiş sanatına nasıl baktığını öğrencisi Tilbe Saran’ın anmasında yaptığı konuşmadan anlamak mümkün: “Dünyaya her gün sanki ilk kez görür gibi bir çocuk gözüyle bakacaksınız demiştiniz / Her gün düşler kuracaksınız / Her gün düşüp yeniden kalkacaksınız / İki taşın arasından başını uzatmış bir çiçeğe saygı duyacaksınız / Batan günün ardından bir dize fısıldayacaksınız / Denizden yükselen güneşe bir gül bırakacaksınız.”
Bu çok değerli sanatçıları saygı ve rahmetle anıyorum.
Comments