Yirminci yüzyıl Dünya Edebiyatının önemli yazarlarından biri kabul edilen Franz Kafka’yı çeşitli kurumlar aramızdan ayrılışının 100. yılında çeşitli etkinliklerle andı. Çalışmaları gerçekçilik ve fantastik unsurları birleştirmektedir. Tipik olarak tuhaf veya gerçeküstü çıkmazlarla ve anlaşılmaz güçlerle karşı karşıya kalan izole kahramanları içermektedir. En çok bilinen eserleri arasında Dönüşüm, Dava ve Kale romanları yer alır.
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Genel Kongresi’nde Sanatçının 100. ölüm yıldönümü bahanesiyle bu yılki kongrede ana tema, “Kafkaesk Dünyamızda Gerçek-Trajedi mi? Komedi mi?” diye belirlenmiş.
Kafka kendini, günden güne anlamını yitiren bir dünyanın tutsağı olarak görüyordu. Yazmak, sürekli yazmak; öykü, roman yazmak, günlük yazmak, mektup yazmak onu çıldırmaktan alıkoyan tek şeydi. Çıldırmamak için yazdı, yayımlamak için değil. Ölümünden sonra yazdığı her şeyin yakılmasını vasiyet etmişti. Yakın dostu Max Brod, bu isteği yerine getirmedi ve Kafka’yı Dünya Edebiyatına kazandırdı.
“Benim yalnızlığım insanlarla doludur” diyen, “yalnızlıktan güç alan” Kafka’nın tüm eserlerinde yapayalnız kahramanlar, tutsak kahramanlar çatışma içindedir. Kendileriyle, çevreleriyle, gerçeklerle, düşlerle ve bin bir olasılıkla çatışırlar. Var oldukları için çatışırlar. Seçim yapmak söz konusu değildir. Çünkü Kafka’ya göre “Cevap sandığın şey, çoğu kez sorudur.” Kafka yüz yıl önce, 3 Haziran 1924’te gençliğinden beri boğuştuğu veremden öldü.
1920 yılında Milena Jesenska ile tanıştı. Mektuplaştığı dört kadın arasında en ciddi ve önemli olan Milena Jesenska'ydi. Milena'yla mektuplaşmaları önce bir arkadaşlık gibi başladı, daha sonra tutkulu bir aşka dönüştü. Fakat Milena evli olduğundan bu mutsuz ve imkânsız ask Kafka'yı derin acılara sürükledi. Mektuplaştıkları üç yıl boyunca sadece iki üç kez görüşebildiler ve bu görüşmeler Kafka'yı üzmekten başka bir işe yaramadı, yine de onun yaratıcılığını olumlu yönde etkilediği rahatlıkla söylenebilir. Daha sonraları edebiyat tarihinin güzide eserlerinden biri sayılacak olan "Milena'ya Mektupları”nda Kafka şöyle dile getirir durumunu; "En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki..." Milena bu mektupları 1939 yılında yayınlaması için yakın arkadaşı Willy Haas'a verdi ve kendisi 17 Mayıs 1944'te Almanya'da toplama kampında öldü.
Günümüz insanını çok kolay bir şekilde kendi bataklığına düşüren; ama oraya düştüğünü asla ona fark ettirmeyen şu post modern zamanı size daha iyi nasıl anlatabilirim diye düşünürken, Franz Kafka’nın yıllar önce okuduğum bir hikâyesi aklıma geldi. Hikâye, “Dönüşüm” adıyla Türkçeye tercüme edilmiş olan eserinde geçiyor. Kapitalist sistemle birlikte, sanayileşmenin, bilim ve teknolojideki ilerlemenin bireylerin üzerinde nasıl bir etki bıraktığını ironik bir dille güzelce anlatıyor. Suçluluk, yetersizlik ve yalnızlık duygularının bir süre sonra insanın kendi felaketine nasıl sebep olabileceğini anlatan bu ahir zaman masalını okumayı, özellikle bugünün insan davranışlarını anlamaya çalışan herkese tavsiye ederim. Kahramanımız Gregor Samsa, çağdaş toplum düzenine ayak uydurmak üzere pazarlamacı olarak yetiştirilmiş birisidir. Kurulan ekonomik düzenin bütün ilişki prosedürlerini biliyor ve bütün bunlara hızla ayak uydurmayı başarıyor. Ancak gün geçtikçe kendi emeğine ve özüne yabancılaşmaya başlaması, duygularını ve diğer insani değerlerini kaybedip, sadece sistemin bir dişlisi gibi hareket etmesi neticesinde başına garip bir şey geliyor. Gece uykusu esnasında birden bire böceğe dönüşüyor. Fakat başta ailesi olmak üzere çevresindeki insanların hiçbiri kahramanımızın bu yeni görüntüsüyle fazla ilgilenmiyor. İlgilendikleri ve kaygılandıkları tek şey, onun aile içinde ve iş hayatında üstlendiği sorumlulukları tekrar eskisi gibi yerine getirip getiremeyeceği durumudur. Çıkarlara dayalı olarak sürekli değişen, hiç kalıcı ve samimi olmayan insan ilişkilerinin adeta bir sarmaşık misali her yere yayılmasının sonucunda, bizim insanımız da bu hikâyedeki gibi garip bir varlığa dönüştü. Mesela baba, eve getirdiği maaşı kadar değerlidir. Anne, aile fertlerine evde verdiği hizmet kadar önemlidir.
Çocuk, ailenin sosyal statüsü veya ev ekonomisi için yarattığı katma değer ölçüsünde kıymetlidir. Kafka’nın eserini tanımlarken kullandığı ifade şu şekildedir: “Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay.”
Maalesef kapitalist sistem tüm duygusal bağlarımızı yok etti. Her birimizi soğuk ve katı bir varlığa dönüştürdü. İnsanlığını kaybedip, bir böceğe dönüşen sadece Kafka’nın kahramanı Gregor mu sanıyorsunuz? Kitle iletişim araçları, ulaşım, medya ve bilgi teknolojileri günlük hayatımızı kolaylaştırdıkça, bunun paralelinde insan olarak kalabilmemiz zorlaşıyor. Coğrafi mesafeler sorun olmaktan çıkıp, bireyler birbirine iyice yakınlaştıkça, bunun paralelinde de insan kendinden uzaklaşıyor, özüne yabancılaşıyor. Başkaları tarafından üretilip değer atfedilen bazı metalara sahip olma hırsı ve sahip olduktan sonra da onun bağımlısı haline dönüşme durumu hangi toplumda yok ki? Sahip olduklarımız, bize sahip olmaya başlıyor. Ama hiçbirimizin umurunda değil! Gün gelir; yeniden hakikatin peşine düşme ihtiyacı duyar mıyız, bilmiyorum.
Comments