top of page
Yazarın fotoğrafıNecati KAYHAN

İLK RÜŞVET

Muhteşem Süleyman döneminin sonlarına doğru, Devlet’i Ali’nin ulu çınarına bir takım haşereler ve kötü hastalıklar musallat olmaya başlamıştı. Sultan III. Murat zamanında ise, iyiden iyiye baş gösteren bu ülkeler giderek önü alınmayacak bir hale geliyordu.

Makam ve mevkilere, bed tabiatla adamlar oturuyor, bunların şahsi menfaatlerini memleketin menfaatlerinin üstünde tutmaları yüzünden, türlü türlü yerlerde çürüme başlıyordu.

III. Murat’ın bir takım zaafları vardı. Etrafını saran yiyici takımı ise, bu acizliklerden sonuna kadar faydalanmayı bildi.

İsfendiyaroğullarından Şemsi Ahmet Paşa adındaki bir hayırsız, padişahın para düşkünlüğünü keşfetmiş, oradan bünyeye sokulmanın yollarını arıyordu. Pek fazla uğraşmasına da gerek kalmadı.

Günlerden bir gün, padişahın huzurundan büyük bir neşe ile çıktı. Doğrusu keyfine diyecek yoktu. Etrafındakiler merak edip sordular;

“Hayrola Paşa hazretleri, bu sevincin hikmeti nedir?”

Paşa sanki büyük bir iş becermiş gibi kasıla kasıla şöyle dedi;

“Bugün ceddim İsfendiyaroğulları’nın intikamını Osmanoğulları’ndan aldığım gündür! Onlar bizim ocağımızın ateşine su döküp söndürdüler, ben ise onların ocağına incir ağacı diktim. Osmanoğulları’nı rüşvet ile dolandırdım. Bu rüşvet 40 bin altından büyük bir lokma idi, yutturdum.

Gayet bundan sonra, bunlar rüşvet almaktan vazgeçmezler. Osmanlı Devleti’nin içine rüşvet soktum. Bunların içine rüşvet girdi ya! Daha iflah olup hayra dönemezler.”

HAKİM DEĞİL HADİM

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır seferinden dönüşünde Halep’e uğramış ve orada bir süre kalmıştır. Bu Cuma günü idi. Hatip, hutbesini, artık İslam ülkelerinin halifesi olan Yavuz Sultan Selim adına okumuş ve ismini anmadığı halde “Hakimü’i Harameyni’ş” demişti. Bu, “Mekke ve Medine’nin hakimi” anlamında geliyordu.

Ön safhada bulunan Yavuz Sultan Selim, hutbenin tam burasında gür ve davudi bir sesle hatibe seslenerek “hayır” dedi.”Hadimü’i Harameyni” demekti.

Adına okunan bu ilk hutbeden sonra peygamber efendimiz hazretlerinin resmi ve meşru halefi olmanın verdiği heyecan ile ağlamaya başlayan Sultan Selim, yerdeki halıları sıyırıp caminin serin mermerlerine alnını sürerek şükür secdesi yaptı.

Namazdan sonra ise, üzerindeki kıymetli kaftanı hatibe giydirip ona iltifat etti. Halifelik, 1517’den 1924 tarihine kadar Osmanlılarda kalmış ve süre içinde 26 Halife gelip geçmiştir.

AKÇE ARTINCA

Fatih Sultan Mehmet’in babası Sultan II. Murat’ın devri idi. Günlerden bir gün zamanın sadrazamına, askere ulufeyi dağıtması için görevlendirdi.

Sadrazam, ulufeyi dağıtımını defterdara havale etti. İş tamamlandığında bir miktar akçe arttı. “Müsaade buyurursunuz, o artan akçeyi zor vakitte lazım olur diye hazineye koyalım” dedi.

Sadrazama göre geriye akçe artmış olması padişahın hoşuna gidecek bir şeydi. Kim bilir belki de; “Maşallah size! Nasıl oldu da geriye akçe arttırmayı becerdiniz?” diyecekti.

Fakat Sultan II. Murat’ın bu haber karşısında gösterdiği tepki, hiçte sadrazamın beklediği gibi olmadı. Sultan, bu durumdan hiç haz etmedi. Sadrazam dönüp öfkeyle şöyle bağırdı;

“Lala! Lala! Bu güne kadar ulufe dağıtıldığında geriye bir tek akçe kalmazken,  gözümüze girmek için halktan fazla akçe toplamış olmayasınız! Padişaha yaranmak için halka zulmeden kimse ile işimiz olmaz. Tez azledile!”

9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page