Çoğu zaman olduğu gibi, yine eski yıllara duyduğumuz özlemimiz devam ediyor. Eskilerdeki zarafeti, dostluğu, yardımlaşmayı, kardeşliği sorgulamamak elde değil. O yıllarda örneğin kredi kartı nedir bilmezdik, bundan dolayı bakkala borç yazdırırdık. Bakkallar hep dostumuz, en büyük destekçimizdi. Borçlarımız mutlaka ödenirdi. Sokaklar böyle boş ve ruhsuz değildi, herkes sokaklardaydı aksine kimse eve girmezdi. Büyükler çay, kek, börek sohbete dalarken, çocuklar sokaklarda tipi tip, gazoz kapağı, misket, yakar top, çelik çomak, uzuneşek, saklambaç oynarlardı. Gençlerin büyük rekabetlerin yaşandığı mahalle maçları yapardı. O zamanda televizyon vardı ama her evde bulunmazdı. Siyah beyazdı televizyonumuz ama yaşamımız renkliydi. Böreğimizi, çekirdeğimizi alır televizyonu olan komşumuza sinemaya gider gibi giderdik. Herkesin televizyonu yoktu, filmler, diziler kısıtlıydı ama bizim Teksas, Tommiks, Zagor, Mandreke gibi koleksiyonlarını yaptığımız çizgi kahramanlarımız vardı. Ya komşuluk? Bayramlar da başkaydı, öyle seyahatler, tatiller yoktu. Ayırım, ötekileştirme yoktu. Sabah evden çıkar akşama kadar sokakta oyun oynardık. Komşu evinden su içer, yemek yer yine oyuna koşardık. Acılarımızı paylaşırdık, ya bana bir şey olursa diye bu kadar dertlenmezdik. Birimizde cenaze olsa yasını bütün sokak tutardık.
Sevmek öyle kolay değildi, aşk emek isterdi, yürek isterdi. Öyle üç günlük aşklar yoktu, yıllarca içinden sever ama söyleyemeye korkardın, sevdin mi adam gibi severdin. İnsanlar insandı, adamlar adam, komşular komşu, hüzünler ve sevinçler ortaktı, yaşamda bir tat vardı. Kısacası yaşamaktan da zevk alırdık.
Yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım, diye başlayan oyunlarımız, önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebeyle biterdi. Terleyen sırtımızda kenarları işlemeli havlular konurdu. Bir parça ekmek arasına sürülen yağ, peynir, salça. Bunları bizlere hep sunan, o hep keder kokan anne ellerini hatırladınız değil mi? Yaz bitmiştir, sonbahara el vermiştir. Durumu iyi olanlar çoktan kömür kamyonlarını evlerinin önüne dayamışlardır. Yağmur yağar. Hava soğumaya başlar. Yazlıklar toplanır, yerine dolaplardan çıkarılan kışlıklar koyulur. Bin bir cefayla, bodrumdan çıkarılan soba boruları, odanın ortasına kurulan kahverengi sobalarımız. Biz çocuklarda tatlı bir heyecan olur. Bilinmez neden ama hangi mevsim gelirse gelsin, biz yine de mutlu olacak bir şey bulurduk. Sanki mutlu olmaya bahane mi yoktu. Sokaklardan topladığımız gazoz kapaklarını, kapının önünden simitçileri, siyah beyaz ekranlarda nefes almadan seyrettiğimiz çizgi filmleri, babaların işten döndüklerinde ceplerinden çıkarıp başımızı okşayarak verdikleri gofretleri, köylerden gelen nineleri, dedeleri hatırladınız değil mi? Her misket sanki bir başka bir dünyaydı bizim için. Sokağımızı geçip, başka bir sokağa girsek yeni bir ülke keşfetmiş gibi olurduk hepimiz. Çift kale maçlar, apartman önlerine serilen kilimlerde oynatılan evcilik oyunları, yakar top, uzuneşek, saklambaç. Sonra gelen bayram telaşlarımız. Gece uyurken, yatağımızın yanında duran, boyumuzdan büyük kıyafetler, ayağımıza bol gelen ayakkabılar. Hepsi bayramın hatırına, hepsi çocukluk aşkına idi. Hastaysak, ilaçtan önce ıhlamur, nane, limon içilirdi. Üzgünsek, anne kucağı, kendimizi yalnız hissettiysek baba dizi en çok istenilendi. Komşunun komşuya gülümsediği, kadınların birbirlerine nasılsın kardeş bugün? Diye sorduğu, yapılan yemek kokmuştur ayıp olmasın diye komşuya gönderilen tabakları, akşam gezmelerini, içilen çayları, edilen sohbetleri, o samimiyeti, o kardeşliği, paylaşmayı, sevmeyi ve doya doya sevilmeyi hatırladınız değil mi? Sobanın üstünde ise kestane ve ekmek. Yaramaz olanlarımız, büyüklere çaktırmadan arada bir kızgın sobaya tükürüp, tükürüğün nasıl yandığını seyreder pis pis gülerek. Banyodan çıkan, sabun kokulu kızların saçları taranır. Her evde mutlaka bize masallar anlatan bir dede ya da bir nine vardır. Akşam yollara çoktan çökmüştür, dağılmıştır pazar yerleri. Meydan sokak kedilerine ve köpeklerine kalmıştır. Herkes rızkını almadan uyumazdı. Bir evde bir aç varsa, tok yatılmaz, bir evde bir cenaze varsa, göbek atılmazdı. İnsanın insana benzediği, yüreğin ne işe yaradığının bilindiği zamanlardı o zamanlar. O zamanları hatırladınız değil mi?
Comments