top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Güdücüoğlu

ESKİ ESNAFLAR

Hep eskilerin güzelliğinden,naifliğinden dem vururuz. Bunu çok istemesekte yaşadıklarımız bizlere hep bu yaşanmışlıkları aratır.Mesela

eski esnafların zarifliğini aramamak imkansız gibi.Görmek istemesem de, sürekli karşıma çıkan, aralarında kebapçının, pazarcının, marketçinin, araba tamiricisinin olduğu esnaf videoları var. Göbek atıyorlar, gerdan kırıyorlar, masalarda oturan insanların kafalarından aşağı limon sıkıyorlar. Bütün bu olup bitenleri yüzbinlerce insan takip edip beğeniyor, yorum yapıyor. Bildiğiniz, esnaf da, çoğu insan gibi, basitliğin prim yaptığını öğrenmiş, şifreyi çözmüş. Ne kadar dibe vurursan, o kadar ilgi topluyorsun!

Bu videolara bakarken, eski yaşamımızın esnafını düşünüyorum. O, akrabalarımıza bile nazımız geçmezken, gidip, borca yazdırarak erzak aldığımız mahalle bakkallarını, kapılarımızın önünden geçen simitçiileri, sütçüleri, yoğurtçuları düşünüyorum. Her evin ayrıca bir de kasabı, balıkçısı ve manavı olurdu. Hal hatır sorulan, sohbet edilen, sanki aileden biriymiş gibi dert tasa anlatılan esnaf. Sokak aralarındaki lokantalar, pastaneler, kırtasiye dükkanları... Hiç şimdiki gibi böyle basitliklerin yaşanmadığı alışverişler idi onlar.

Bu zamanda herşey ve herkes çabuk bozuluyor. Elektrikli eşyalar üretilirken, en fazla iki üç yıl dayanabilecek şekilde yapılıyor. Daha cep telefonun taksidi bitmeden, telefonun kendisi bitip tükeniyor. İnsan da öyle. Öyle eskisi gibi uzun uzun süren dostluklar kalmadı. Akşam aynı masada oturup sohbet ettiğimiz insan, sabah uyandığında bizi hatırlamayabiliyor. Niyetin ömrü, elektrikli eşyanın ömrü kadar bile değil. Günümüz ticareti böyle bir şey işte. Mal çabuk bozulsun ki, sistem daha çok satış yapsın. İnsan da bozulsun ki, sistem daha çok hükmünü sürsün. Dik duramayan herkes bir gün bozuluyor ve bozulanlar da zamanla başkalarını bozuyor. Basitlik bir salgın hastalık gibi toplumu bitirmeye başlıyor.

1967'de Pendik'te bir tiyatro kurulur.

1960'lar...Parasızlık, ekonomik sıkıntılar, toplumsal gerginlik...

Zor zamanlar.

Tiyatronun kurucuları ve oyuncuları arasında, sonraları, sahnelerden, televizyon ekranlarından ve sinemadan tanıyacağımız birçok isim vardır. Orhan İyiler, Şener Kökkaya, Ajlan Aytuğ, Taner Yegin, Dilek İyiler, Kemal Sunal, Bülent Kayabaş, Abdulkadir Talun ve Murat Altay.

Bülent Kayabaş anılarında o dönemi şöyle anlatır;

" Pendik Tiyatrosu" adlı bir girişimde bulunmuştuk genç arkadaşlarla beraber. 1967'de, Kemal'le ilk kez orada tanışıp samimi olduk. Paramız yoktu beş kuruşsuz dönemlerimizdi. Geceleri yemek yedikten sonra, parasızlıktan çay bahçesine filan da gidemiyoruz.. Sabahı bekliyoruz fırınlar açılsın diye. Fırından ekmek alıyoruz. O zamanlar ortalık o kadar sakin ki; manav domatesini biberini yerinde bırakıp gidiyor geceleri. Biz de o domateslerden alıp tuza banarak yiyoruz. Öyle geçiyor günler.. Provalar oldu, oyunlar başladı derken biz hâlâ, devamlı domates alıyoruz aynı tezgâhtan; ama bayağı alıyoruz yani. "Alıyoruz" dediğim, düpedüz çalıyoruz!..

Yıllar sonra o Kemal Sunal, ben Bülent Kayabaş olduktan sonra, bu anıyı anlattık birbirimize. Çok güldük, hüzünlendik, derken düştük Kemal'le Pendik yollarına, domateslerini çaldığımız o adamı bulmaya.. Bulduk da.. Tabii bu arada bayağı ünlü olmuşuz artık..

"Vaaay!" dedi adam, "Ne arıyorsunuz siz burada?"

"Yahu Mehmet Amca" dedik, "Biz böyle böyle, aşağı yukarı iki günde bir senin kasalarından domatesleri çalar, tuza banar yerdik.."

Adam durdu durdu, bir ağlamaya başladı ki sorma.. "Ne oldu amca?" dedik. "Siz," dedi. "nasıl bana söylemezsiniz? Siz bana neden gelmezsiniz? Ben size ne domatesi, her gün yemek verirdim!" diye ağlıyor. Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor..

O zamanki insanların değeri, havanın, suyun, deniz kenarının tadı, her şey bir başkaydı. Beş kuruşsuz da olsak, başka hiçbir sorun aklımızda yer etmezdi o dönemlerde. (B.Kayabaş/2016)

"Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor."

Belki de bu sıralar hepimizin en çok buna ihtiyacı var.

Bizimle ağlayacak insanlara...

Etrafımız o kadar kalabalık ki, gözyaşımızı silecek kimse yok.!

Benim de gençlik yıllarından kalma benzeri anılarım çoktur. On sekiz, on dokuz yaşlarındayım. Arkadaşlarla Bakırköy'de bir kafede buluşmuş, saatlerce sohbet etmiş, ardından da geç vakitte eve dönmek için yola çıkmıştım. Eve minibüsle gitmeliyim ama bir baktım, cebimde para kalmamış. Minibüs durağında öyle kalakaldım. Duraktaki son minibüs kalktı kalkacak ama ben binemiyor, etrafında dönüp dolaşıyorum. Beni farkeden şoför yanıma geldi ve "Hayırdır genç?" diye sordu. Ben de utana sıkıla "Vallahi abi Çevizlibağa gideceğim ama param yok. Bir çaresini bulurum artık." dedim. Adamın kaşları çatıldı. "Ne çaresi bulacaksin bu saatte? Gel sen bakayım benimle." dedi ve beni en ön koltuğa oturttu. "Rahat ol sen, sıkıntı yok yeğenim. İstediğin yerde inebilirsin. Oraya kadar benim misafirimsin. Bu saatler senin gibi gençler için tekin saatler değil. Ben seni evine bırakmazsam, bu gece uyuyamam."

İnsanın insana, şimdiki gibi dert değil, derman olduğu zamanlardı. Konu komşu, akraba, esnaf, mahalleli...Herkes sanki kocaman bir aile gibiydi.

O güzel insanlar birer ikişer gümüş kanatlı atlara binip buralardan gittiler. Hayatlarının çoğunu sıkıntı ve yokluk içinde geçiren, perdeleri kapalı odalarda yapayalnız kalan ve huzur evlerinde tek başlarına ölen insanlarımız oldukça çok. Bir masal kitabının son paragrafını da okumuş gibiyiz. Bir yanımız hep hüzün. Çünkü biz bu zamanın basitliğinde ve kabalığında nefes alamaz hale geldik. Bu basitlik, bu sonradan görmelik, bu kurnazlık, çirkinlik, iğrençlik, pislik, karanlık bizim canımızı acıtıyor. Adam durdu durdu, bir ağlamaya başladı ki sorma.. "Ne oldu amca?" dedik. "Siz," dedi. "nasıl bana söylemezsiniz? Siz bana neden gelmezsiniz? Ben size ne domatesi, her gün yemek verirdim!" diye ağlıyor. Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor.

"Rahat ol sen, sıkıntı yok yeğenim. İstediğin yerde inebilirsin. Oraya kadar benim misafirimsin. Bu saatler senin gibi gençler için tekin saatler değil. Ben seni evine bırakmazsam, bu gece uyuyamam."

Geçti gitti o zamanlar.İçimiz üşüyor bizim. İçimiz buzullar ülkesi.

21 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page