Dikkatinizi çekmiştir mutlaka, artık çarşılarda tamirci esnafına pek rastlayamıyoruz. Ayakkabıcı tamircisi, televizyon tamircisi veya terzi aramaya kalktığımızda koca şehirde bir iki tane çok zor buluyoruz. Bunun yorumu şu şekilde galiba: artık onarmak, tamir etmek, telafi etmek, düzeltmek gibi sorumluluklar hissetmiyoruz. Ne gerek var bunlara, değiştir gitsin diye düşünüyoruz zannedersem. Kimse kendini yormuyor, bozulan bir şeyi tamir etmekle vakit kaybetmiyor. Nasıl olsa yenisini bulmak artık kolay bir iş gibi geliyor bana. Eşyasını değiştiren, arkadaşını değiştiren, komşunu değiştiren, evini, arabasını değiştiren o kadar çok ki. Çağımızın en popüler eğilimi değişime kendimizi çok kaptırmış durumdayız. Yediden yetmişe herkes değişiyor. Her şey değiştiriliyor. Hem de çok kolay ve hızlı bir şekilde oluyor bu iş. Her şeyi yanlış anladığımız gibi, Japonların bu sihirli değişim kavramını da yanlış anladık. Japon mucizesine yol açan değişim bu değildi. Onlar tamir olabilecek, düzeltilebilecek, onarılabilecek hiçbir varlığından vazgeçmediler. Daha pahalı üretim yapan makinelerle, daha az maliyetli makineleri değiştirdiler. Onlar katma değer yaratmayan sistemlerle, katma değer yaratan sistemleri değiştirdiler. Fayda, maliyet analizine göre hareket ettiler. Değeri olan hiçbir şeyi çöpe atmadılar. Şu anda ülkelerin çöplerdeki atıklarını inceleyip karşılaştırsalar, bizim atıklarımızdan daha değerlisini bulamazlar. Sırf, artık sevmiyorum ya da modası geçti diye yenisiyle değiştirip attıklarımız ne kadar çoktur. Kendi payınıza bir düşünün. Elbise, telefon, bilgisayar, ev eşyası vs. Hiç abartmıyorum, bu atıkları geri dönüştürebilseydik, milli gelirimizi ikiye katlardık. Maalesef hiçbir şeye acımaz olduk. Hiçbir şeyin kıymetini bilmez olduk. Çok zor şartlarda kazandıklarımızı öyle kolay harcıyoruz ki! Ben, çocukluğunu 1980 öncesinde yaşamış şanslı kuşaklardan biriyim. Büyüklerimiz bu konuda bizim kuşağın üzerinde önemli bir etki bıraktılar. Örneğin bunların bazılarını şöyle sıralayabiliriz. Sökülen giysileri dikip, düzeltip, yenilemek. Ayakkabıyı tamir ettirerek kullanmaya devam etmek. Atık parçaları yeniden farklı bir eşyaya dönüştürmek. Elektrikli eşyaları, elektronik cihazları bozulduğunda tamirciye götürmek, fonksiyonlarını kaybedene kadar kullanmaya devam etmek gibi önemli alışkanlıklarımız vardı. Bu alışkanlığı sadece tutumlulukla, yoksullukla açıklamak doğru değil. Bu bir kültür ve medeniyet anlayışıdır. İçinde başka mesajlar yüklüdür: Affedebilmek, anlaşabilmek, kusurları görmemek, hoşgörü sahibi olmak, barışık yaşamak, saygı kazanmak gibi önemli vasıflar bu yolla elde edilir.
Böyle bir hayat anlayışına sahip olan eşler, araları açıldığında hemen ayrılmayı düşünmez. Böyle bir hayat anlayışına sahip olan ebeveynler, çocuklarını ilgisizliğe mahkûm etmez, onlarla problem yaşamaz. Böyle bir hayat anlayışına sahip olan bireyler, arkadaşlarını, dostlarını, komşularını kolay kolay terk etmez. Bozulan arayı düzeltirler, kopan bağları tamir ederler. Vazgeçmek son çaredir onlar için. Sadakat ve vefa hayat hikâyelerinin önsözüdür. Toplumun her ferdinin, onarıcı, tamir edici, telafi edici, ara bulucu, düzeltici, ıslah edici özelliklerle donatıldığını hayal edin. Bu güzel alışkanlıklarımız tamamen yok olmak üzere. Yeni nesillere aktarım yapamadık. İnsanların birçoğu artık popüler kültüre esir düştü. Çocuğu, yenisini al diyor, baba alıyor. Kadın, değiştirelim şunu diyor, eşi değiştiriyor. Eşiyle bozuşan, arkadaşıyla atışan, komşusuyla kavga edenler; ortamı yumuşatmayı, arayı düzeltmeyi, barışmayı düşünmüyor. Bana arkadaş mı yok, bana komşu mu yok diyor. Değiştir gitsin.
Fakat korkarım, bu düzenin dayattığı bu tür bir değişim anlayışı, bizi her yönümüzle yoksulluğa götürecek. Bu konuda son sözü yine Japonlardan aktaralım: Gelişmeye, ilerlemeye yol açmayan değişim, değişim değildir!
コメント