Kendimi arıyorum. Var mı?
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Biz Allah’tan başka sahibi olmayanlarız. Kimseye “eyvallah” etmeyen, kimseye biat etmeyen, bütün dogmalara, tabulara saldıran, zulme karşı bir garip kuşağız.
Bizim konuşmalarımızda hüzün hakimdir. Sessizdir, derindir, manalıdır.
Biz, gözlerimizden tanırız birbirimizi, göz bebeklerimizde ki heyecandan.
İç çekişlerimizle kurarız en uzun cümleleri.
Alışverişi bilmeyiz. Tek ticaretimiz gençliğimiz verip belirsiz bir geleceği satın almış olmamızdır.
Ne yaşamdan bir beklentimiz var ne de ölümden.
Yolumuz hedefimizdir ve yürürüz sadece, öyle mahsun ve onurlu.
Her akıntıya karşı durur, her şeye yukarıdan bakarız.
Bağımsızlıktır imanımızın özü.
En çok yılandan korkarız, fırsatçı ve hainden.
Bir bitimsiz yalnızlıktır yolumuz.
Hem vatan deriz hem özgürlük. Hem akıl deriz hem de aşk.
Biz sadece birbirimize tutunur, birlikte yanarız.
Biz Allah’tan başka sahibi olmayanlarız.
Ve sadece böyle olanlarla yürürüz.
KIZILDERİLİ KİTABESİ
Yalan, bir tohumdur. Bire kırk veririz. Verdiği her biri bir tohumdur ki; insana bilgelik tohumlarına da ilham verir… Zeka sudur, tohumları yeşertir. Yalanı da bilgiyi de.
Yetenek topraktır. Ne ekersen onu biçersin. Ekmeksen üzerinde ayrılık otları biter… Emek, güneştir. Tohuma da, suya da, toprağa da hayat verir…
Kadın, çadırındaki kilim gibidir. İpliğini Ulu Tanrı verirse dokunursun. Deseni sendendir, renkleri Tanrıdan. Şans, doğal gübredir. Boktan bir şeydir yani. Ne zaman düşeceği belli olmaz. Kilimine düşerse kirletir, desenini, her şeyi bombok eder. Oysa toprağına düşerse her şeyi besler.
SEVGİYİ BİLENLER
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye.
“Bakın göstereyim” demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine…
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da “derviş kaşıkları” denilen bir metre boyunda kaşıklar…
Ermiş:
“Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye bir de şart koymuş.
“Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlarmış ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, mecburen aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine “şimdi” demiş ermiş.
“Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe”
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile dolu oturmuş sofraya “Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşığı çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzanarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
“İşte” demiş ermiş, kim hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şunu da unutmayın; hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır, her zaman…
コメント