İşgal altındaki topraklarımızı düşmandan kurtaran büyük zaferin ilk muharebesi, 26 Ağustos 1922 tarihinde Kocatepe’deki taarruzla başlamış, dört gün dört gece sürmüş ve Dumlupınar Meydan Muharebesi’yle zafere ulaşmıştı. Atatürk ordularına “Şimdi ilk hedefiniz Akdeniz!” emrini işte o zaman vermişti. Yunan ordusu, İzmir, Yalova ve Bandırma’ya doğru kaçıyordu. Yunan ordularının komutanı 1 Eylül’de Uşak’ta esir alınmıştı. 2 Eylül’de Eskişehir’e, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik’e, 7 Eylül’de Aydın’a, 8 Eylül’de Manisa’ya girilmişti. 2.500 şehidin karşılığında Batı Anadolu tümüyle düşmandan temizlenmişti ama yürüyüş sürüyordu. 9 Eylül’de, yunan askerlerinin ve düşman ordusuna yardımda bulunanların, limanda demirli yabancı gemilere sığınarak kaçacakları İzmir’e varılacaktı. Gazi Mustafa Kemal, Manisa’daki son karargâhında, çadırında eşyalarını topluyordu. Emir erini çağırdı. Buyur komutanım! dedi. “Oğlum, şu köşede duran kitapları görüyor musun, onları toparla, bir kutuya koy ve İzmir’e götür. İzmir’de benim nerde kaldığımı öğrenir, kutuyu oraya getirirsin.” “Kutu yok komutanım.” dedi, er. “Nasıl yok! Şurada duranlar kutu değil mi?” Eliyle çadırın dışında duran kutuları işaret etti Gazi. “Onlar kutu ama içlerinde mühimmat var. Kiminde silah… Kiminde kurşun…” “İyi işte, kurşunların durduğu kutuyu boşalt, içine kitaplarımı koy.” “Komutanım… Olur mu hiç? Ya yine savaşırsak?” Mustafa Kemal gülümsedi, “Yine savaşacağız oğlum, hem de çok yakında bir önemli savaş daha bekliyor bizi.” dedi, “Ama bu sefer kurşunlarla, silahlarla değil kitaplarla, kâğıt-kalemlerle savaşacağız.” “Nasıl bir savaştır bu komutanım? Silahsız savaş olur mu?” “Olur! Bu seferki savaş, bizim cehaletle savaşımız olacak. Sınırlarımızın içinde okuryazar olmayan tek kişi kalmayana kadar da sürecek. Haydi, bakayım, toparla kitaplarımı, dediğimi yap çünkü son savaşımızda kurşunlara değil, kitaplara ihtiyacımız var!” Başkumandan Gazi Mustafa Kemal’i, milletinin ona layık gördüğü “Atatürk” soyadına taşıyan süreç işte onun bu son savaşıyla başladı. Tarihin sayfaları askeri alanda iyi yetişmiş, savaş taktiklerini bilen kahraman asker liderlerle doludur. Ama milletinin cehaletini yenmeyi ilke edinen, kadın-erkek ayırmaksızın halkından her alanda eğitilmiş bireyler yetiştirmek için savaşan bir lider yoktur! Yanmış, yıkılmış toprakların üzerinde bin bir hastalıkla mücadele eden bir halk mevcuttur. Bu halkı önce kısa sürede yetiştirdiği öğretmenlere teslim eden bir liderdi. Sonra da parasız okullarda kız erkek ayırmadan üniversitenin sonuna kadar eğiterek köy çocuklarından kimyagerler, mühendisler, hekimler, hukuk insanları, bilim insanları, devlet adamları ve sanatçılar yetiştiren, milletini çağdaş ülkelerin ligine sokan kişidir Atatürk. Dar bütçesini gençlerini yurtdışında bursla okutmak için harcamış ve onları dış ülkelere, “Sizleri birer kıvılcım olarak yolluyorum, bana birer meşale olarak geri dönün ve vatanımızı aydınlatın.” diye yolcu etmiş tek liderdir. Kurduğu sistemin sayesinde Nobel Ödülü kazanan bilim, sanat insanları da yetişmiştir, uluslararası kupa kazanan genç kızlar da. Yetmişli yılların sonlarına kadar, dünyanın bankacılık, eğitim, hukuk, tıp ve kimya alanlarındaki en yüksek kadın çalışan oranı, Türk kadınına ait olmuştur. Atatürk 30 Ağustos’un askeri zaferini böylesine bir değerli taçla taçlandırmıştır. Tarihin sayfaları askerî alanda iyi yetişmiş, savaş taktiklerini bilen kahraman asker liderlerle doludur. Ama milletinin cehaletini yenmeyi ilke edinen, kadın erkek ayırmaksızın halkından her alanda eğitilmiş bireyler yetiştirmek için savaşan bir lider yoktur.
top of page
bottom of page
Comments