top of page

ÇEVRE KİRLİLİĞİ

Yazarın fotoğrafı: Ahmet GüdücüoğluAhmet Güdücüoğlu

Gezegen olarak çevreyle ilgili bir krizin ortasındayız. İçinde bulunduğumuz krize karşı uygun politikalar oluşturmamızın zamanı geldi de geçiyor. Kaybedecek bir saniyemiz dahi yok. Şu anda Yeryüzünün atmosferi, endüstri devrimi öncesi seviyelerden 1°C daha sıcak. Bilim insanları ardı ardına yayınladıkları raporlarla, insan faaliyetlerinin sebep olduğu altıncı kitlesel yok oluşun içerisinde olduğumuzu söylüyor. Endüstri devriminden bu yana insan faaliyetleri bizi bugün içinde bulunduğumuz duruma, bir yol ayrımına getirdi. Önümüzde yalnızca iki seçenek duruyor. Ya küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için üstümüze düşeni yapacağız ve sıfır karbon emisyonuna geçeceğiz ya da yaşamın sona erdiği bir gelecek ile yüz yüze geleceğiz. Gezegenin sıcaklığının arttığını otuz yıldır biliyoruz. Bu geçen otuz yıl içinde iklim değişikliğini durdurmak için sorumlular sayısız adım atabilir, iklim adaleti temelli uluslararası bir sözleşme hayata geçirilebilir, kârları uğruna yaşamı yok oluşa sürükleyen fosil yakıt şirketlerine dur denebilirdi. Oysa bunların hiçbiri yapılmadı. İklim krizi ile baş etme imkânlarımız ve zamanımız gittikçe azaldı. Şimdi tüm Dünya’da iklim hareketine önderlik eden öğrencilerin, insanlığın ve tüm canlı yaşamının yok oluşuna izin vermeyeceğiz çağrısına ses vermeliyiz.

Dünya’daki 15 yaşın altındaki çocukların %93’ü kirli hava soluyor. Dünya Sağlık Örgütü tahminlerine göre, 2016 yılında 600 bin çocuk kirli havanın neden olduğu akut alt solunum yolu enfeksiyonları sebebiyle hayatını kaybetti. Günümüzde Dünya nüfusunun yarısının sağlıkla ilgili tehditleri değerlendirmek üzere gerekli olan verilere erişimi bulunmuyor. Bunun yanı sıra, hava kalitesinin yasalar uyarınca belirlenmiş seviyelerin altında tutulmasına dair mevzuata sahip ülkeler dahi sürekli olarak bu sınırları ihlal ediyor. DSÖ, her yıl dünya genelinde dış ortam hava kirliliği nedeniyle 4,2 milyon ölüm yaşandığını belirtiyor. DSÖ’ye göre 3,8 milyon ölüm, evlerde kullanılan ve kirli yakıtlarla çalışan ocaklara maruz kalmasından kaynaklanıyor. Dünya nüfusunun yüzde 91'i hava kalitesinin DSÖ’nün belirlediği sınırların üzerindeki yerlerde yaşıyor.

Temiz Hava Hakkı Platformu’nun “Kara Rapor 2020: Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri” çalışmasına göre, Yurdumuzda hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü kılavuz değerine indirilseydi; 2019 yılında tüm ölümlerin %7,9’u ve 2018 yılındaki tüm ölümlerin %12,13’ü önlenebilirdi. Aynı rapor üç yıldır Türkiye’de hava kirliliğinin trafik kazalarına kıyasla altı kat daha fazla can aldığını ortaya koyuyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Dünya’da her yıl 10 kişiden 9’u hava kirliliğine bağlı olarak hayatını kaybediyor. Tüm Dünya’da hava kirliliği her yıl 1,4 milyon kalp krizi, 2,4 milyon kalp hastalığı ve 1,8 milyon solunum yolu hastalığı ve akciğer kanserine neden oluyor.

Doğamızın hızla kirlendiği tespiti, genelde herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Fakat inanılan bu gerçeğe rağmen, işin uygulama safhasında gerekli önlemlerin olmadığını görüyoruz. Çevre felaketleri daha çok kar, daha fazla kazanma uğruna artıyor ve daha da artacak gibi görünüyor. Dünya’mızın, bu bencil, bu duyarsız çevre anlayışından dolayı geleceği umutsuzluklarla doludur. Daha şimdiden bilim adamları başka gezegenlerde yaşam alanları aramaya başladılar. Ekonomik gücü olanlar Dünya’mızı terk edip yeni gezegenleri düşlüyor. Küresel ısınma, genetiği değiştirilmiş organizmalar, enerji kaynaklarının azalması, çevre kirliliğinin artması gibi etmenler bizleri karamsarlığa itiyor. Doğanın bu tahribatına baktığımızda nedenlerin başında hep kişilerin daha çok kazanma hırsı geliyor. Dünya’nın en büyük sorunlarından biri küresel ısınma. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere birçok ülke küresel ısınmaya ilişkin ‘tedbir aldıklarını’ ya da ‘belirli politikalar ürettiklerini’ dile getiriyorlar. Ancak bu politikalar ne kadar işe yarar? İmzalanan sözleşmelere, yapılan anlaşmalara rağmen hala madencilik faaliyetleri, orman katliamları ve daha nice uygulamalar hız kesmeden devam ediyor. Küresel ısınmanın belli bir seviyede tutulması ve mümkünse durdurulması ile ilgili yıllardır ortaya konan politikaların işlevsiz olduğuna dair yeni bir bilimsel çalıma daha yayınlandı. Küresel ısınmayı yüzyılın ortasına kadar 1.5 °C derecenin altında tutmaya dönük alınan kararların uygulanmaması nedeniyle artık bu sınırın 2 °C’ye güncellenmesi konuşulurken, bunun neye mal olacağına ilişkin de yeni veriler ortaya konuluyor.

Yeni araştırmalara göre, BM İklim Konferanslarında küresel ısınmanın durdurulması için konulan 1.5°C eşiği önümüzdeki 6 yıl içerisinde aşılacak gibi görünüyor. Nature Climate Change dergisinde 30 Ekim tarihinde yayınlanan ve altı araştırmacının imzasını taşıyan “Karbon bütçelerinin boyutunun ve belirsizliğinin değerlendirilmesi” başlıklı makaleye göre kalan “karbon bütçesi” 2029 yılında tükenecek! 30 Kasım-12 Aralık tarihlerinde Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleşecek 28. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 28) öncesinde yayınlanan bilimsel çalışmada, Paris Anlaşması’nda belirlenen, küresel ısınmayı 2,0°C’nin oldukça altında, mümkünse 1,5°C ile sınırlama hedefinin tutması olası görünmüyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2020 yılı verilerine dayanan son karbon bütçesi değerlendirmesine dair yapılan bu araştırmaya göre 1,5°C hedefini hayatta tutabilmek için sadece 6 yılımız kaldı. Bu veri, küresel ısınmayı belirli bir sınırın altında tutabilmek için salımı mümkün olan azami karbondioksit miktarını ifade eden karbon bütçesinin kalan ömrünü de ortaya koyuyor. Çalışma aynı zamanda karbon bütçesinin, daha önce hesaplanandan çok daha kısıtlı olduğunu gösteriyor. IPCC’nin Değerlendirme Raporlarında ortaya konun iyimser senaryolar artık tarih olmak üzere.

IPCC’nin 2018 yılında yayınlanan 1,5°C Küresel Isınma Özel Raporu’na göre, 1,5°C’lik ve 2°C’lik ısınma arasındaki farklardan bazıları:

Her beş yılda en az bir kere aşırı sıcaklara maruz kalacak olan insan sayısı, 1,5°C’de dünya nüfusunun yüzde 14’üne denk gelirken, 2°C’lik ısınmada nüfusun yüzde 37’sini etkileyecek.

Arktik’te buzsuz geçecek yaz aylarının, 1,5°C’lik ısınmada her 100 yılda bir kere yaşanacak nadir bir olay olması beklenirken, 2°C’lik ısınmada en az 10 yılda bir yaşanacağı öngörülüyor.

2°C’lik ısınmada gözlenen biyo-çeşitlilik kaybının, 1,5°C’lik ısınmaya kıyasla, omurgalılarda ve bitkilerde iki kat, kuşlarda, böceklerde ve omurgasız canlılarda ise üç kat daha fazla olması bekleniyor. Böyle bir durumda, gezegenin tamamındaki mercan resiflerinin yüzde 99’unun yok olacağı tahmin ediliyor.



Comments


bottom of page