ÇANAKKALE ZAFERİ
Bu yıl 109.senesini kutladığımız Çanakkale Zaferi bizler için her zaman övünç kaynağı olmuş bir kahramanlık destanıdır. O öyle bir destandır ki Dünya tarihinde emperyalist ülkeler tarafından ezilen, sömürülen ulusların önünü açmış ve yol gösterici olmuştur. Vatan sevgisi etrafında birleşmiş yoksul bir ulusun neler başarabileceğini, imkânsız denilen engelleri nasıl aştığını anlatan bir destandır. Dünyayı sömüren emperyalistlere karşı ilk zaferdir.
Dünya tarihinin sayfalarına “Çanakkale Geçilmez” diye yazdırdılar. “Geldikleri gibi gittiler!”
Acı, hüzün, direnç ve kurtuluşa uzanan zaferin ilk adımları 1914’te Birinci
Dünya Savaşı’nda atılmış, topyekûn bir seferberlik başlamıştı. Dünya savaşının bir yansıması da Çanakkale’deydi. Boğaz’dan, karadan girip işgale girişmeyi hayal ediyordu emperyal güçler.18 Mart 1915 sabahı, işgal kuvvetleri Çanakkale Boğazı’ndaydı. Âmâ doğudan batıdan, güneyden kuzeyden kahraman Mehmetçikler geçit vermedi. Onbaşı Seyit’ten Müstecip Onbaşı’ya, Ezineli Yahya Çavuş’tan adı tarihe kazınmış isimsiz on binlercesine. Onlar her zaman şükran duyacağımız büyük kahramanlardı. Geri çekilmişti işgal donanmaları. O gün Zaferin adı konmuştu. Çanakkale durmuyordu. Bütün bu savaş zamanları içinde Çanakkale’den, Cumhuriyet Türkiye’sinin Önderi de bir kahraman olarak çıkacaktı. Yarbay Mustafa Kemal ve silah arkadaşları 57’nci Piyade Alayı ve on binlerce Mehmetçik, Anafartalar’da destan yazacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü yazılmıştı Çanakkale’de. “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” diyecek kadar direncini ispatlayan, fakat ömrü boyunca Dünya’da ve Ülkesinde hep barışı savunacak olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyetidir. Çanakkale, olmak ve ölmek kavgasının verildiği yerdir kısacası. Dirilişin Adıdır. Çanakkale, ulusumuzun bağımsızlık ve hürriyet simgesidir. Ve Atatürk’ün ifadesiyle, ulusumuzun askerlerinin yüksek ruhunun kanıtıdır.
Bu zaferle ilgili pek çok anlatı vardır. Çanakkale Zaferi deyince akla gelen şeylerden biri de şüphesiz Onbeşliler ile 'Hey Onbeşli' türküsüdür. Peki, Onbeşliler kimdir? Şanlı tarihimizi yazan kahramanlar, küçük yaşta Çanakkale Savaşı'na gönderilen minik askerlerdi. Ancak savaşa gönderilenler 15 yaşında değillerdi. Onlara Onbeşliler denmesinin başka bir nedeni vardı. Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletlerinin Nisan 1915’ten itibaren kara çıkartmasına başlamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç duyulunca Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331’de (27 Mayıs 1915) bir emir yayımlayarak Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı. Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayımlayarak 1314 (1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların (18 yaşına yeni girmişlerin) bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanların kıtalara teslim olmalarını istemişti. Padişahın ve Harbiye Nezaretinin bu çağrısı üzerine, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya’nın gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla harbe katıldı. 15 ile 19 yaşında olan bu gençlerin cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey Onbeşli Onbeşli” adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır. Yani 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdir. Bir efsaneye göre ise Onbeşli türküsünün hikâyesi ise şöyle anlatılır: Tokatlı Halil, 1315 yılında evin en küçüğü olarak dünyaya geldi. O dönemde, yasa nedeniyle her evde bir erkek, ailesinin güvenliğini ve geçimini sağlamak için askere alınmayabiliyordu. Evin en küçük ve tek erkeği olduğu için cepheye çağrılmayan Halil, gönüllü olarak savaşa katıldı. Arkasında bıraktığı annesi rum çeteciler tarafından öldürüldü, sözlüsü Hediye'de kaçırıldı. O andan itibaren hayatı kararan Hediye, uzun bir aradan sonra serbest bırakıldı. Köyde bulunan herkes, Hediye hakkında dedikodu yapmaya başladı. Köyüne dönen Halil, tüm bu anlatılanlara inanıp Hediye'ye küstü. Bu olanlara dayanamayan Hediye, köyü terk edince Halil ile asla kavuşamadı. Hey Onbeşli türküsü, tek bir ağızdan değil, Halil ve Hediye'nin karşılıklı konuşması şeklinde söylenmektedir. Türküde aşağıda yer alan kısımdaki sözler de Hediye'ye ait:Giderim Elinizden/Kurtulam Dilinizden/Yeşil Baş Ördek Olsam
Su İçmem Gölünüzden/Hey onbeşli onbeşli/Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor/Kızların gözü yaşlı
Türk hekimleri neden hastalarını iyileştirdikten sonra “taburcu’’ ederler? Gitsin veya evci gibi kelimeler kullanmazlar, hiç aklınıza geldi mi? Taburcu kelimesinin çok hüzünlü bir hikâyesi vardır aslında. Özellikle 1. Dünya ve Çanakkale Savaşı sırasında ülkenin tıp eğitimi veren tek kurumu Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, tüm hocalarını, tüm öğrencilerini cepheye yollayarak eğitime ara vermek zorunda kalmış ve binası ise tamamen hastaneye dönüştürülmüştü. Sadece cephede savaşmakla kalmıyor, savaş olmadığında ya da geride kalan kıdemsiz tıbbiyeliler, direnişte bizzat çalışarak katkıda bulunuyorlardı. Ülkede herkes askerdir, eli silah tutan tüm erkekler savaştadır. Gerçek kurumsal düzeyde tek hastane vardır, ülkenin her yanındaki cephelerde tüm hekimler subaydır, askerdir. Yaralılar iyileştirilir, komutan hastanede, kışlada, revirde, cephede çadırda, savaşta tek tek hastalarını, askerlerini dolaşır. Tabip subay, iyileşenleri, eli tekrar silah tutabilecekleri savaşa, taburuna geri yollar ve onları ‘’taburcu’’ eder. Başka hiçbir milletin, ülkenin hastanesinde, hastalar iyileştiklerinde ‘’taburuna yollanmaz, taburcu’’ edilmez. Bazı değerleri, yaşamının içine böylesine sindirmiş başka bir millet yoktur Dünya’da.
Bir Japon Eğitimcinin Yurdumuzu ziyaret için geldiğinde, Ülkesinin kültür politikasını anlatan çok bilinen öyküsü de etkileyici: Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazaki’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki: Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur. Yetkililerimizden biri atılır: “Ama bizim Hiroşima’mız yok ki! “Japon uzmanın cevabı tokat gibidir: “Sizin Çanakkale’niz on Hiroşima eder!” Her 18 Mart’ta aziz şehitlerimizi minnetle, şükranla anıyoruz. Onların fedakârlığı ve mirası önünde saygıyla eğiliyoruz. Tüm Aziz Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Comments